İnsanları ölçmek için eskiler mihenk taşı kullanırlardı. İnsanları doğru ölçmeyi öğrenmek gibi bir derdimizde yok!
Doğrulukla ve dürüstlükle de…
Şimdi Erkan Yolaç’ın anlattığı gibi, emme basma tulumba misali kafa sallayanlara, her şeye evet diyenlere, itiraz etmeyenlere, her denene razı olanlara, kabul diyenlere rağbet çok!
Çok iyidir, çok temizdir, sözümüzden çıkmaz, ne dersek, ne istersek yapar!
İstenen bu! İstediğimiz bu! Öyle olursa! Bu insanlardan iyisi yok!
Kendi başına müstakilen bir iş yapma becerisine sahip olamayanların dünyasında ne olursa, ne yaşanırsa, yaşanılan ondan ibaret!
Eskiden insanları doğrulukla, dürüstlükle ölçerlerdi. Şimdi ölçü değişti, ölçek değişti. Deniyor ki, belli ki ölçmesini bilmiyorsunuz, ölçmenin bir dayanağı, bir gerekçesi, bir ölçüsü kantarı olması lazım. Bugünün gerekçesi dünyanın her tarafında tek!
Ne mi?
Maddiyat!
Nedir maddiyat? Öncelikle para!
Bugünlerde paranın açamayacağı kapı yok!
İnsanımız en çok para konuşuyor!
Yetmiyor, yetişmiyor, alamadım, yapamadım, satamadım, kazanamadım, verdiğimi geri alamadım diye dem vurduğu şey para!
Para diye bir başlıyoruz lafa, şunu aldım, bunu alamadım, aldığım en fazla iki poşet şey, verdiğim dünya kadar para diye, anlata-anlata derdimiz bitmiyor!
Para hayatımıza öylesine bir giriş yaptı ki, her türlü ayak oyunu mubah!
Vicdan, hak, hakkaniyet paranın karşısında iskambil kağıdından yapılan kuleler misali dağılmış gitmiş vaziyette!
*****
Vefa da bu ölçeklerden birisi.
Deniyor ki, şehre vefasını göstermek;
Evvelemirde şehrin büyüklerine…
İleri gelenlerine…
En önde yürüyenlerine düşer.
Büyüklerin bu vefayı göstermesi halinde,
Şehirde vefa çiçekleri açar,
Şehir baştanbaşa vefa kesilir.
Vefasızlar dahi, vefalı olmaya imrenir.
Şehirleri kendilerine bahşedilen sevgiyle karşılıksız sevenlerle, kendileri için sevenleri birbirine karıştırmamak lazım.
Bizim en büyük yanlışımız şehri kendileri için sevenlerin etrafında olma için adeta yarışmamız!
Şehri gerçekten sevenleri ise yapayalnız ve ortada bırakmamız!
Bu yanlıştan dönemiyoruz. Sevgisizlerin peşinde koşmaktan kendimizi alamadığımız gibi onları savunmak gibi bir gafletin içinde olduğumuzu da hâlâ anlayabilmiş değiliz!
Çünkü bir şehri kendi için sevenden daha tehlikelisi, o şehre ondan daha fazla zarar vereni yoktur!
*****
Ölçekler sayısız olsa da, neyi ölçeceğini şaşırıyor dense yeri!
Mesela, ne oldum delisi olanlar! Mesela, ben olmasaydım diye başlayıp, sabahtan akşama kadar kendini övenler ve övdürenler! Mesela, dünya sadece kendi etrafında dönüyor zannedenler!
Şehirler ve insanlar en çok bu türden insanlardan çekti.
Böylelerinden de aramadığınız kadar çok!
Şehrin sesi olmayı zorlaştıranlar!
O sese değişik manalar ve anlamlar yükleyenler!
Kırk dereden su getirmeye kalkanlar!
Bu şehrin sesi olmak bize düşer, bizim hakkımız diyenler yanlış yapmaya devam ediyorlar!
Gelin ne yapın?
Şehrin sesi olma meselesini yayın şehre!
Çağırın bu şehri toplayın başınıza! Bırakın sen-ben hikayesini! Bırakın sizden-bizden garabetini!
Bu şehirde ne denli güzel sesler, fikirler ve düşünceler olduğunu işte o zaman göreceksiniz!
*****
Nasıl anlatsak bu doğru ölçme meselesini?
O yok! Bu yok!
Ne var?
Belirsizlik!
Nerden başlayacağımızı bilemiyoruz! Nasıl anlatacağımızı da…
Ne konuşacağımızı da!
Garip bir tahayyül bizimkisi!
Yani hayal!
Dünde kalmış, düne dalmış, dünkü baş dönmesi henüz geçmemiş, ya da öyleymiş gibi görünüyor!
Tadımız yok, keyfimiz yok!
Halimiz yok!
Sözüm ona maskeleri çıkardık!
Bu seferde birbirimizi tanıyamadık!
Maskeden önce, maskeden sonra hiç baktınız mı aynaya?
Gülmeyi unutmuşuz gülmeyi!
Konuşmayı, sohbeti, dostluğu ve arkadaşlıkları da!
Nerden başlasak, nasıl anlatsak neler kaybettiğimizi! Var mı bir cevabı olan?
*****
Ak düşen saçlarımızın hikayesi ne mi diye bir başlasak anlatmaya inanın akşam olur.
Ölçtük mü, ölçüldük mü, boyumuzun ölçüsünü mü aldık, bilemedik ak saçlılar olarak!
Ak saç; Soya çekim mi? Kader mi? Her şeyi kendine dert edinmek mi?
Çaresiz dertlere düşüp işin içinden çıkamamak mı?
Ak saçlar üstüne ne kadar şarkı biliyorsanız, ezberinizde ne kadar şiir varsa, bu dönemde aklımıza geldi birer, birer!
Erken ağardı saçlar, ağardı ağarmasına da, yolların günahı ne diye, yılların günahı ne diye, sorulmadı mı?
Soruldu elbet!
Neden saçların beyazlanmış arkadaş sorusunun cevabı artık muamma değil!
Saçlarımıza düşen akların müsebbibi belli…
Ak saçlı olduğumuz doğru. Kader kime şikâyet edeyim seni bilemem diyenlerdeniz her birimiz!
Geçtim gülmekten, gülümsemekten, kahkaha atmaktan!
Tebessüm etmeyi bile unuttuk…Hatta, nasıl bir şeydi o dediğin diye sorsak olacak!