“28 Şubat Darbesi” ile ilgili söylenecek o kadar çok söz var ki söylemekle bitmez ve bin yıl da bitmeyecek gibi görünüyor. Darbe öncesi ve sonrasıyla her kesim, özellikle de İslami kesim açısından derinlemesine değerlendirilmesi gerekmektedir.
-“28 Şubat Darbesinin” kazananı ve kaybedeni kimdir?
Tek kaybedeni her zaman olduğu gibi Türkiye ve Müslümanlardır. Kazananı ise İslam düşmanı emperyalistler ve uşaklarıdır. Bu darbeyi tek cümleyle açıkla derseniz; hiç düşünmeden o dönemin Vakit Gazetesi’nin sloganı “İrtica Bahane Soygun Şahane” derdim.
“28 Şubat Darbesi” sürecinde yaşanan baskı ve zulümlere karşı dik duruşlarıyla her türlü övgüyü hak eden Vakit Gazetesi yazarları, Merhum Muhsin YAZICIOĞLU, Hasan Celal GÜZEL ve de en önemlisi kendisini İslami kesim içerisinde tanımlamayan, "yıllardır bu halka diyeceğim her şeyi dedim, artık profesyonel yazarlık hayatıma son veriyorum" diyerek, bir daha köşe yazarlığı yapmayacağını söyleyen Gazeteci Yazar Gülay GÖKTÜRK.
Tüm içtenliğimle inanarak ifade ediyorum, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en başarılı hükümetini soyguncu güçler ellerinde bulundurdukları medya gücüyle her türlü yalan ve iftirayla yıktırdılar. Sonraki dönemde Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük soygununu gerçekleştirdiler.
O hükümetin yıkılmasaydı yapılacak ilk genel seçimde Refah Partisi yüzde 90 tek başına iktidardı. Bir yıllık icraatlarında bu güveni vermişlerdi. Havuz sitemiyle soyguncuların önünü kestiler. Ülkemizde bir barış havası oluşturdular.
Merhum Necmettin ERBAKAN’ın başında bulunduğu bir hükümet hem Türkiye’nin hem de İslam dünyasının birlik beraberliğini sağlayacaktı; olmadı, engellediler.
“28 Şubat Darbesi” sadece İmam Hatiplere, Kur’an Kurslarına değil; mesleki eğitime de büyük darbe vurdular. Bugün bile hem İmam Hatip hem de Meslek Liselerimiz o dönemin olumsuz etkilerini bugünde yaşamaktadırlar. Müthiş bir kalite sıkıntısı var.
Bu 28 Şubatçılar işledikleri günahın altından kalkamazlar. Düşünün, Müslüman bir ülkede 12 yaşın altındaki çocuklara camilerimizde, Kur’an Kurslarımızda Kur’an-ı Kerim’i öğretmeyi yasakladılar. Yıllarca camilerimizde açılan yaz Kur’an Kurslarımızda 12 yaşın altında çocuk var mı, diye denetim yaptık.
Üzülmemek elde değil; emekliliğine 19 gün kalmış bir astsubay irtica gerekçesiyle ordudan ihraç ediliyor. Astsubayımız açıklamasında “20 yılın büyük bir kısmını doğu ve güneydoğuda PKK terör örgütüyle mücadeleyle geçirdim. Tam 15 tane takdirim var. Beş vakit namazımı kılıyorum, eşim kapalı, hiçbir cemaatle bağlantım yok. Emekliliğime 19 gün kala ihraç edildim. Rızkı Allah verir. Benim istediğim 33 askerimizin şehit edilmesinin emrini veren Şemdin SAKIK’ı yargılıyorsunuz, beni de yargılayın, mahkeme edin” diyordu.
-Ne acı değil mi? Bir teröriste yargılama hakkı verilirken ordudan atılanlara bu hak verilmiyordu. Adalet yerini buldu; buldu bulmasına da çok büyük acılar yaşadı. Elbette ki, esas hesap öbür dünyada görülecek.
Bin yıl sürecek denen 28 Şubat sürmedi sürmesine de bugün Müslümanlara olan etkisine şöyle bir bakalım. 28 Şubat Darbesine karşı mücadelenin sembolü olan “Başörtüsü” bugün itibariyle sorun olmaktan çıktı; çıktı çıkmasını da emperyalistler öyle bir intikam aldılar ki bunun telafisi bin yıl sürer mi bilmem; ancak, uzun yıllar süreceği kesin!
Çok acı acı olduğu kadar düşündürücü; başörtüsü mücadelesi kazanılmasına rağmen tesettürü kaybettik. Bugün kadın ve kızlarımızın İslam’a uygun örtünemediklerini sokakta, pazarda ve çevremizde görmekteyiz. Başı kapalı altı pantolonlu örtünme biçimi son yıllarda o kadar yaygınlaştı ki, maalesef tesettür haline dönüştürülmüş durumdadır.
Peygamber Efendimiz (sav); vücut hatlarını belli eden elbiseler giyen kadınların, "giyinik çıplak" ve "cehennemlik" olduğunu, Hadis-i Şeriflerinde beyan buyurmuşlardır.
Çok acı ama, “Müslüman Türk Kadını Örtüyle Olan İmtihanını” kaybetmiştir.
Örtünmenin yozlaşması ile beraber, utanma da ortadan kalkmıştır. Her yerde bir Müslüman kadına, kıza yakışmayan davranışları görmekteyiz. Sarmaş dolaş haller, hoş olmayan davranışlar, ağızda sigara, daha neler neler!...
Tesettürde yaşanan yozlaşma çok ileri boyutta olup üniversitelerde, kamu kurum ve kuruluşlarındaki başörtüsü sorunu, bu sorunun yanında sorun bile değildir.
Ne yazık ki, başörtüsü için verilen mücadelenin onda biri bile tesettürde yaşanan yozlaşma için verilmemektedir.
Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasıyla boş kalan Kur’an Kurslarımız ayrıca değerlendirilmeli ve çok çok üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. Yöneten ve yönetilenler bir değil; bin kere düşünmeli!!!