İsrail devleti ırk üzerine kurulan bir devlettir.
Bu devlet “Racest Religion” olarak tabir edilen ırkçı din anlayışı ile hareket eder.
Kısaca İsrail: Yahudilerin seçkin bir insan olduklarına ve diğer insanların onlara hizmet etmekten başka bir şeye yaramayacaklarına, inanır.
Bütün dünyanın şu anda ayağa kalkıp: Filistinliler insan değil mi? onlar çocuk değil mi? kadın değil mi? seslerini onlar duymazlar.
1948'de kurulduğundaki topraklarını şu anda, yuvarlama 80 sene sonra ona katlamıştır.
Eğer dünya bu şekilde, özellikle Araplar ve İslam dünyası sessiz kalmaya devam ederse 80 sene sonra İsrail Şam’a, Bağdat’a, Suudi Arabistan'a komşu olacağı gibi Filistin, Lübnan ve Ürdün gibi bir devlet de kalmamış olacaktır.
Ara sıra hamasi nutukların dışında İslam dünyasından bir ses çıkmıyor hele hele soydaşları Arap dünyasından hiç ses çıkmıyor. Kutsal topaklarımızın üzerindeki Suudi Arabistan ise resmen “Filistin bizi alakadar etmez” diyor.
Ortadoğu ülkelerinin yüzde doksan sekizi Amerika'ya gebedir.
Amerika Birleşik Devletleri şu anda Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da, Suudi Arabistan'da, Mısır'da hatta Türkiye'de İsrail için çalışıyor.
Yahudilerin “Megalo idea”sı olarak bilinen “vaat edilmiş Kutsal Topraklar” Türkiye'ye kadar sünmektedir, bu bakımdan Ortadoğu ülkelerinin hiçbirisi güvende değildir.
Burada ben Amerika Birleşik Devletleri’ne, bir Hristiyan hatta Katolik Hristiyan ülke ve halk olarak, şaşırıyorum: hazreti İsa’yı, kendi inançlarına göre öldüren, dört çivi ile direğe çakan Yahudilere bu kadar neden yardımcı oluyorlar? Asla anlamış değilim.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı son BM toplantısında (25 Eylül 2024) bütün dünyaya gerekenleri söyledi.
Ancak, dünyanın karşısında veya Amerika'nın karşısında komünizm gibi bir tehlike olmadığından onlar, tehlike olarak sadece gelişmiş ve dünya’ya söz sahibi olacak Müslümanları görüyorlar.
Bu bakımdan İslam ülkelerinin Yahudilere peşkeş çekilmesi ve İslam ülkelerinin de kendi içinde savaşması, bölünmesi onlar için sevindirici olaylardır.
Yahudilerin İsrail devletçiğinin Ortadoğu'da devamlı genişleme ve etrafına saldırma temayülü Müslümanlar arasında hafife alınıyor.
Bu hafife alınma nedeni öteden beri “Yahudiler devlet kuramayacak. Onlara zillet ve meskenet yazılmıştır, onlar devlet kurarsa büyük savaş olacak.” Gargat ağacı arkasında saklanan Yahudileri “burada bir Yahudi var” diye haber verecek, gibi fantastik düşünceler ve ön yargılardır.
Onlara zillet ve meskenetin yazıldığı konusunda Kur’an-ı kerim'deki ayetler (Bakara 61, Al-i İmran 112) hep geçmişe dair “duribet / basıldı, yazıldı, farz kılımndı” şeklinde geçer yani onlara zillet ve meskenet yazıldı. Hz Musa’ya isyan ettiklerinden, Allah'ın hak dinini tahrif ettiklerinden bir de Tevrat’ı bozduktan sonra onlara zillet ve meskenet yazıldı, diye geçmiş zaman kipindedir.
“Devlet kuramayacak” algısı 1948'de bozuldu zaten.
Yahudilere ve İsraillilere zillet ve meskenetin yazılması ise Müslümanların izzet ve şerefi terk etmelerine kadar devam edecektir.
Şu anda bu iki olgu el değiştirmiş veya el değiştirmek üzeredir, yani Müslümanlar zillet ve meskenete düşmüş, daha açığı, yerlerde sürünen, hep başkalarına muhtaç, başkalarının vesayeti ile geçinen ülkeler halindedir.
Onların bu durumu, Yahudileri kendi başlarına Ortadoğu’yu kana bulamaya, 5-6 ülke ile birden savaşacak kadar bir cesarete ve geçici bir izzete sokmuş durumdadır.
Bu durumda yapılması gereken tek ama tek şey şudur:
İslam ülkeleri kutsal toprakları, Harem-i şerifi, Kudüs’ü ve bütün İslam ülkelerinin ellerindeki toprakları korumak için ortak bir güç oluşturmalıdır.
Bu konuların dini tarafını yönetecek ve Müslüman halkları motive edecek emir ve tavsiyelerde bulunacak bir de dini lider seçmeleri zorunludur.
Bu takdirde İslam İşbirliği Teşkilatı - ki zaten 1967'de Kudüs’ü korumak ve kollamak amacıyla kurulmuştur - bütün Müslümanların topraklarını korumak üzere bir ortak Ordu kuracaklar ve bütün İslam ülkeleri bu orduya lojistik ve askeri destek verecektir.
Saldırıya uğrayan hangi İslam ülkesinin toprağı olursa olsun bu İslam ordusu onlara karşı derhal kesin uyarı vererek harekete geçecektir.
İslam toplumu yani ümmet-i Muhammed beşten büyüktür!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetimizi kurduktan sonra Osmanlı imparatorluğu uhdesinde bulunan hilafeti lağv etti.
Gazi'nin bu işi belki yaptığı devrimlerin içerisinde en güzeli ve en özelidir.
Çünkü o liyakatsiz ve ehliyetsiz ellerde pejmürde olan, sefalete düşen hilafet gibi büyük bir müesseseyi İslam toplumuna yani ümmete iade etmiştir.
Hilafet Müslümanların peygamberimizden sonra aralarındaki işlerini görmeye memur olan bir kurumdur.
Hilafet müessesesi Türklerin malı olmadığı gibi Arapların malı da değildir.
Hilafet müessesesi Müslümanların malıdır ve peygamber efendimizden sonra 33 sene hilafet seçimle gelerek en liyakatli ve ehliyetli kişi ümmetin başına geçmiştir.
Hilafet müessesesi bir hanedanlık kurumu değildir. Hanedanlık olduğu takdirde Emevilerde ayyaş Yezit ve diğerleri, Abbasilerde Mehdi, Mutasım ve diğerleri, Osmanlılarda da üçüncü Ahmet ve benzerleri gibi nice layık ve ehil olmayan kişiler sıradan olarak halife olmak zorunda kalmaktadır.
Yüce peygamberimiz Raşit halifeler sonrasını “zalim krallıklar dönemi” olarak teyit etmiştir.
İşte bu nezih müesseseyi İslam toplumuna, ümmete havale eden Mustafa Kemal Atatürk en büyük iyiliği de yapmıştır.
O halde Müslüman toplumunun yüz yıldır bu dağınık halden kurtulabilmeleri için 60'a yakın ülke bir araya gelecek layık ve ehil bir halife seçerek Müslümanların topraklarının korunması konusunda kararlar almak zorundadır.
Müslümanlar ortak bir ordu kuracaklar ve hangi İslam ülkesinin toprağı tehlikeye düşer, saldırıya uğrarsa derhal caydırıcı gücü harekete geçireceklerdir.
Bugün İsrail'e karşı toplu bir protesto bile edemeyen, sözlü bir karşı duruş bile sergileyemeyen 60'a yakın İslam ülkesi bir o kadar da İslam topluluğu üzerine, bu, tarihi bir sorumluluktur.
Müslümanlar aralarında bir araya gelerek, her ülke önce halife adayını seçecektir. En layık, en ehil, en bilge şahsı ön seçimle tespit edip İslam işbirliği teşkilatına sunacak, buraya sunulan bütün ülkelerin adayları arasından da üç yıllığına bir halife seçilecektir.
Layık ve ehil demek: zamanının en bilgini, dünya ve din işlerine aşina, haramı helali bilen, ümmetin en takvası, hiçbir etnik köken ayrımı yapmayan, İslam kardeşliğini öne alan, Allaha iyi bir kul olmanın dışında üstünlük için bir ölçüt gözetmeyen kişi demektir.
Tüm dünya Müslümanlarının seçtiği halife üç yıl hac organizasyonunu yönetecek ve gelirini önce Müslüman yoksullara harcayacaktır. Halifenin İİT üyesi hiç bir İslam ülkesinin içişlerine karışmayacak hepsine eşit mesafede olacaktır.
Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeliği adı altında dünyaya hükmeden, kendi arzuları istikametinde olmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bu beşli devletlerin de artık güçleri kalmayacak, Birleşmiş Milletler ‘de bir reforma gidilmesi zorunlu hale gelecektir.
Bu yapılmadığı müddetçe, bugün olduğu gibi her devlet; “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dercesine bir iki sözüm ona hamasi nutukla geçiştirerek, düşmanların İslam topraklarını işgaline ve saldırılarına göz yummaya devam edeceklerdir.
Unutmayalım: artık Müslümanların tükürüğüyle boğabileceği bir İsrail yok.
Arkasını Amerika’ya ve İngiltere’ye dayamış, nükleer dâhil bütün silahlara sahip bir İsrail var. Bu İsrail siber saldırılarla düşmanlarının lider kadrosunu öldüren bir canavardır artık, herkes tedbirini ona göre alsın!
İşte bunun için toplu olarak ortak bir çalışmayla bu tehlike alt edilebilir.
Müslümanlar bunu başarırsa İsrail ve arkasında duranlar kendilerinden daha kalabalık ve etkin bir toplulukla karşılaşacaklardır.