İtiraf ediyorum, israf ediyorum!

Rasim Atalay

Enflasyonun yükselmesi, günü tamamlarken birbirinden farklı ama hepsi de insanın temel ihtiyacı olan birçok ürüne zam yapılabileceği sinyallerinin verilmesi, ertesi sabah güne zam haberleriyle başlanması, alım gücünün düşmesi, paranın değerini yitirmesi, ihtiyaçların karşılanamaz hale gelmesi…

Bunların hepsini terazinin bir kefesine koyun, diğer kefesine de sadece insanoğlunun israfını…

İsraf kesesi daha ağır basacaktır…

2 yıl boyunca hayatımızın her alanında derin izler bırakan pandemi nedeniyle kuramadığımız büyük iftar sofralarını yeniden kurmaya başladık.

Eşi dostu çağırıp misafir edenlerin yanında belediyeler, çeşitli sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ve benzeri birçok kurum ve kuruluş iftar programları organize ediyor, özlenen iftar sofralarında insanları yeniden buluşturuyor.

Allah kabul etsin, bereketini artırsın…

Ama keşke bu sadece bereket olarak kalsın.

Gösterişli, şaşaalı menülerin insanın karnından ziyade gönlünü ve gözünü doyurması için sofraları süslemesi işin israf boyutunu da ortaya koyuyor.

Gözü aç, kan şekeri düşmüş, gözünün önünden iftar vakti yaklaştıkça türlü türlü yemekler geçen insan dışarı çıkıp bir şeyler alacağı zaman pahasına, ederine bakmıyor. Açlığın verdiği dürtüler onu daha fazlasına, ihtiyacından fazla olana sevk ediyor.

En çok sevdiğimiz, en çok değer verdiğimiz şey aynı zamanda en çok israf ettiğimiz şey oluyor genelde.

Ekmek gibi!

Ekmeğin kültürümüzde yeri ayrıdır. Ekmek bizim kutsalımızdır. Yere düştü öpüp alnımıza koyarız.

‘Ekmek olmazsa sofra bezenmez’ demiş Hz. Mevlana…

Açken ‘Yemekte ne vardan önce ekmek var mı?’ diye soruyoruz mutfağımızın sultanlarına…

Ekmeğimizle oynatmayız, ekmeğimizi elletmeyiz mesela…

İşimiz ekmek teknemiz, kapımız ekmek kapımız, kazancımız ekmeğimizdir

Sofralarımızın vazgeçilmezi, lezizi, baş tacıdır ekmek…

Bir taraftan bu kadar büyük bir kutsiyet atfedip önem verdiğimiz ekmeğimizi, bir taraftan da ayaklarımızın altına alır duruma gelebiliyoruz ne yazık ki…

Bunu her ne hikmetse Ramazan ayında daha çok yapıyoruz.

Kıtlık var gibi, dünyayı yiyecek gibi davranıyoruz.

Ekmek fırınlarında en taze, en sıcak, en güzel kızarmış ekmeği alabilmek için birbirimizle yarışıyoruz.

Sonra?

Ekmeğe ulaşmak için harcadığımız onca emek, verdiğimiz bunca değer, bunca kıymet, karnımız doyana kadar.

Karnımız doyunca ekmeğin değeri de bitiyor. Yediğimiz yanımıza kâr kalırken, yemediğimiz ertesi güne mutfakta kendine yer bulamıyor.

Birçoğumuzun eşleri ve anneleri mahir elleriyle bayat ekmekleri değerlendirmeyi başarıyor. Ama ne hikmetse çöp kenarlarının yanına bırakılmış olan poşetler dolusu bayat, tüketilemediği için küflenmiş ekmek gerçeği de hiçbir zaman değişmiyor.

Tüketemediğimiz, tükettiğimizden daha fazla olsa da bu kısır döndü devam edip gidiyor.

Kısacası insafsızca israf edip, tüketemediğimizi de yine insafsızca sokağa bırakabiliyoruz. Belki börtünün, böceğin, kedinin, köpeğin, kuşun, kurdun hakkıdır diye kendimizi avutuyoruz ama dönüp kendimize israf ettiğimizi itiraf edemiyoruz.

Belki bunu itiraf etsek, bu kadar israfçı ve insafsız olmayabiliriz ama bunu kendimize söylemek dahi bize zor geliyor.

Neyse, hayırlı cumalar…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.