Bu Dünya’da pek çok kadın sıradan yaşam şekline bile erişemiyor. İstediği yaşta evlenmeyi geç okuluna, işine gidemiyor. Fikirleri hiçe sayılıyor. Bu hayatta ikinci sınıf insan muamelesi görmeyi hiçbir kadın hak etmiyor.
Ülkemizde, şehrimizde, mahallemizde hatta ve hatta sokağımızda kadına şiddet günden güne artış gösteriyor. Bu konuyu elbette diri tutmak zorundayız. İlla bir Emine Bulut, Özgecan Arslan ve Münevver Karabulut gibi olaylar yaşanmasına gerek yok. Bu isimler akla kazınmış, vahşet yaşanmış bu sebeple unutulması güç. Peki, ya son on yılda 3 bin 850 kadının katledildiği gerçeğini hangi kafaya kazıyabiliriz.
Bizler ikinci sınıf insan muamelesi gören ve hayatı bir erkeğin iznine tabi sayılan kadınların haklarını savunmak zorundayız. Adalet sistemi, karar mercileri ve toplum, yeteri kadar erkekleri savunuyor zaten.
Erkeklere elbette düşman değiliz. Fakat sık sık erkek haklarını da savunun gibi söylemler duyduğumda bunu da sorgulamadan edemiyorum.
İhanetlerinde, zinalarında ve şiddetlerinde analarının ak sütü gibi savunuluyor yine de haklı çıkıyorlar. Bu tarz bir yapının bizlerin savunmasına ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.
Meselemiz yalnızca kötü muamele görmek değil. Meselemiz, bu ülkede pek çok kadının ve kız çocuğunun son derece sıradan bir yaşam biçimine bile erişemiyor olması.
Kadınlar, iyi bir evlilik sürmeyi 'hiç şiddet görmemek, kötü söz işitmemek, karınlarının doyurulması' olarak ifade ediyor, farkında mısınız? İyi bir evlilik, her açıdan da gözetildikleri, ilgi ve sevgi gördükleri, eşit söz hakkına sahip oldukları ve iş paylaşımı yapılan bir evlilik değil…
Bu anlattıklarımız olsa olsa ütopik bir evliliğin habercisi olarak algılanıyor. Bu düşünce insanı aza kanaat etmeyi diretiyor. Zira bir kadının aza kanaat etmesi demek, payına düşecek bir hiçi kabul etmektir. Biz kadınlar çok kavramının peşine düşmeli, az kavramını ise başlangıç olarak kabul etmeliyiz.