Artık yavaş yavaş mübarek kurban bayramının havasına girmeliyiz. Gerçi çok az sayıda da olsa kurban hazırlığına başlayanlarımız var. Ama hâlâ tatil deniz, kum, güneş, dağ, bayır tam gaz gidiyor.
Bu milleti tanımlamak, anlamak, anlayabilmek çok zor, hatta imkansız gibi bir şey.
Hafta sonu Ankara’dan Genelkurmay’dan bir dostum vardı. Sohbetin konusu yine bu millet(!) idi. Tarih bilgisi çok iyi olan dostum Çanakkale savaşı sırasında ki aşağıda ki konuyu bir İngiliz yazarın kitabından anlattı.
“Düşman Başkomutanı General Hamilton, 10 Ağustos’ta yapılan Conkbayırı Savaşını şöyle anlatıyor:
“10 Ağustos Salı günü, Türkler şafakla beraber, Conkbayırı’na büyük bir kuvvetle saldırıya giriştiler. Bu savaş Conkbayırı’nı tutmak için dört gündür girişilen savaşların en şiddetlisiydi. Birliklerimiz ellerinde, çağının en üstün silahları olduğu halde, bunları ellerinden atarak, Türklerle boğaz boğaza dövüşmek zorunda kalmışlardı. Bu boğuşmaya, generaller ve subaylar da katılıyordu. General Cayley, Cooper ve Baldwin bu gün hayatlarını savaş alanında kaybetmişlerdir. Türkler birbiri ardınca “Allah, Allah” haykırışları ile, doğrusu pek yiğitçe saldırdılar ve savaştılar..
Türklerin saldırısı, bizim kara ve deniz toplarımızın demir yağmuru ve Yeni Zelandalıların on makineli tüfeklerinin namluları ateşten ısınarak kızarıncaya kadar yaptığı etkili ateş sonucu durdurulabildi.”
Bugün Conkbayırı’nı ziyaret edenler, oradan Ege kıyılarına doğru kuşbakışı bakarlarsa sadece yeşil bir örtü görürler. Halbuki o yeşil örtünün içinde birçok uçurum vardır, ama görülmez.
İşte o gün Mehmetçik de göremedi. Son hızla düşman üzerine süngüsüyle atılıp ileri koşarken yüzlercesi bu uçurumlardan aşağı düştüler. Düşman başkomutanı Hamilton bunu ifade ederken “Türkler bu gün üzerimize uçarak geldiler.” demiştir.
Bu askerlerimiz tarihe “Conkbayırı’nda uçan Türkler” olarak geçti.”....
..........
Çanakkale savaşında “Uçan Türklerden”, 15 Temmuz gecesi “Tankın paletinin atına gövdesini koyan” insanımıza kadar bizim eşimizi, benzerimizi dünyanın hiçbir yerinde Allah’ın izni ile bulamazsınız.
............
Diyeceksiniz ki “ne demek istiyorsun?”
Deniz, kum, güneş, tatil, tarih derken bu milleti anlamakta zaman zaman zorlandığımızı ifade etmek istedim.
Millet “para yok, piyasalar kilitlendi” diye ağlarken bu parasızlık içerisinde Konya’da artık 5 artı 1 lüks dairelerin yerini 5 artı 2 lüks daireler almaya başlıyordu. Dün sabah genç bir dostum Beyşehir Yolu üzerinde Tıp Fakültesine giderken inşaat halindeki bir daireyi gösterdi. İnşaat devam ediyordu, “Abi çok şükür temelden 600 bin liraya aldık şükürler olsun” deyince boş bulundum “Yuuuuh ya. Oğlum o paraya en az 30 kişinin çalışacağı yeni bir işyeri açardın” deyivermişim.
............
Özet, “41 yıldır insanla her kesimden her insanla birlikte oldum ben hâlâ bu milleti zaman zaman anlamakta zorlanıyorum”.
Şimdi yine hafta sonu yaşanmış bir gariplikten söz etmeye çalışacağım.
Anlayan bir adım öne çıksın
..............
Önce Cenab-ı Allah’ım hepimizi evlatlarına bağışlasın. Düşmanımıza evlat acısı yaşatmasın. Biz de aile olarak çok şükür kızım İrem’den sonra oğlum Eren’in de mürüvvetini gördük. Çok şükür siz dostlarımızın, büyüklerimizin ve okurlarımızın yanımızda olmanız ile kendimizde tarihi bir günden alnımızın akı ile çıktık.
Yazılarımızda sık sık söz ederiz. 41 yıldır bu meslekte bir ilkemiz var. Hâlâ aynı yerdeyiz. Bizim için makam, bakanlık, vekillik, başkanlık, patronluk ikinci üçüncü planda kalır. Önce insanlık, vefa ve hatır gelir.
İnandığımız güvendiğimiz insanlar makamlarından indikten sonra biz onlarla makamlık öncesi gibi yeniden dost oluruz. Kendi benliğimizi buluruz.
Nikahımıza yüzlerce dostumuz katıldı. Ve bu ülkede üç dönem Başbakanlık yapan, bugün Başbakan olmasa da makam aracından indiği zaman bir sade vatandaşın pankart açarak “Milletin Başbakanı Ahmet Davutoğlu” diye slogan atarak karşıladığı Sayın hocamız şeref veriyordu. Tabii davete gelen tüm gerçek dostlarımız(!) kadar gelemeyen ama mutluluğumuza ortak olan eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Bey, siyasiler, akademisyen, iş adamları, sanayiciler, eğitimciler, sağlıkçılar…
Hatta hatta cumartesi çalışma gününden fedakârlık yaparak eşleri çocukları ile gelen duvar ustası, demirci yürekli zengin işçi kardeşlerim...
Ülkemizin farklı illerindeki eş dost ve akrabalarımızdan, İngiltere, Almanya, İtalya, Bosna, Vietnam gibi dünyanın bir ucunda bulunan vefalı isimler parayla pulla makamla elde edilemeyecek bir mutluluğu bize yaşatıyorlardı.
Hepinizden Allah bin kere razı olsun.
Neyse Sayın Davutoğlu, nikah öncesi Tahir Başkan’dan, Belediye Başkanlarımıza, Hasan Angı, Ali Sürücü abimizden Sayın Hüseyin Çevik’e kadar dost büyüklerin bulunduğu masada bana dokunarak, “Bugün önemli bir gün bunu unutma Uğur. Ben de Eren gibi 19 Ağustos tarihinde evlendim. Sare Hanım’la 33. evlilik yıl dönümüzü bugün kutluyoruz” diyerek evlilik öncesi gençliğini, nişanlığını annesinin duasını örnekler vererek anlatıyordu.
Nikah öncesi, sonrası koşturmaca filan derken o günün gecesi başımı yastığa koyarken bir tek şey için mutlu değil aksine üzgündüm.
Niye mi?
Başbakan iken elini sıkıp selfi çektirebilmek şöyle dursun 50 metre ötesinde durabilmek için havada 3 parende atanlar özellikle de siyasiler, o gün Başbakan Davutoğlu ile aynı karede bulunmamak adına olmadık çalımı atıyorlardı.
Bu siyaset inanın çok iğrenç bir şey.
Haaa kendi dostlarımız adına gururluydum.
Çünkü Sayın Davutoğlu nikah alanına girdiği zaman gençlerden yaşlı engelli kadınlar erkekler masalarda ayağa kalkarak kendisini saygıyla hürmetle alkışlıyorlardı.
...............
Bu andan iki saat sonra bu ülkenin Başbakanları Davutoğlu ve Binali Yıldırım yan yana omuz omuza idiler.
Şimdi Reis; Binali Bey’i Davutoğlu ile yan yana durdu diye ayağından mı asacak?
Yahu ne olur bu şehirde sizin yaptığınız küçücük bir siyasi oyun.
Büyük düşünmeye çalışın. Büyük olun.
Siz ne yaparsanız yapın Reis her şeyi herkesten daha iyi görüyor.
Ne olurunuz biraz daha akıllı biraz daha vicdanlı ve biraz daha büyük düşünelim.
.................
Sonra Sayın Davutoğlu’nun evlilik ve hayat ile dedikleri aklıma geldi.
Bizim Eren, Sayın Davutoğlu’nun söylemi ile nikah sonrası artık Ermiş (!) oluyordu. Ama bizim oğlana üç beş gün sonra diyeceğim ki, “Aman oğlum sen Başbakan filan olma. Kendi halinde kimseye muhtaç olmayacak, el avuç açmayacak şekilde bir işin gücün olsun. Yeter ki çok sayıda gerçek dostun olsun”.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Bulmak yetirmektir
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Şu çitlediğimiz çekirdekleri yere atmamayı, tükürmemeyi becerebildiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz.