Yozgat, edebiyat konusunda da bereketli, şanslı şehirlerden biri. ‘Gönül Dağı’ ile kalplerimizde taht kuran Mustafa Çiftci’nin doğum yeri en başta. Bugün bahsedeceğimiz romanın müellifi Samet Doğan da Yozgatlı. 1988 doğumlu olmasına rağmen sağlam dili ve üslûbu ile gelecek vaat eden yazarlarımızdan biri Samet Doğan. Liseyi bitirdikten sonra Şam'da Arapça öğrenimi görmüş, 2010 yılında gazetecilik yapmaya başlamış. Suriye başta olmak üzere, Ortadoğu ve Afrika'da birçok ülkede savaş muhabiri olarak çalışmış. Bunun birikimini de ilk romanı olan ‘Cuma Günü Uçmayan Kuş’a yansıtmış.
‘Cuma Günü Uçmayan Kuş’, son yılların en korkunç trajedilerinin yaşandığı Suriye savaşına yakından bakan bir roman. Ateş altındaki insanların hikâyelerini, korkuyla cesareti, hüzünle coşkuyu aynı anda hissederek, bir solukta okuyacağınız bir roman. Bir gün bu kitaptan da bahsederim. Aklımda bir de İsmail Özen’in 28 Şubat’ı anlatan romanı var, şimdiden bunu da haber vereyim.
Gelelim Congolos’a. Samet Doğan’ın ikinci romanı. Az evvel değindiğim gibi ilk romanını henüz okumadığım için türdeki gelişimine dair bir yorumda bulunamayacağım, okuyunca elbette bundan da bahsederim.
&&&
Toplumumuzda üç harflilerin özel yeri vardır. Genellikle adlarını pek anmaz, aklımıza getirmemeye çalışırız. Gelenek göreneklerimize, kültürümüze pek çok noktada etkileri olmuştur üç harflilerin. Buna karşın edebiyatımızda cin taifesi hakkında pek romana rastlamayız, yahut ben görmedim.
Samet Doğan’ın ‘Congolos’ romanının ismi de yöresel kullanıma ait, “cin” anlamında. ‘Congolos’ta şehir ve kırsal yaşam iç içe anlatılır. Dini-tasavvufi konulara meraklı okuyucu gerekli araştırmayı kendi yapmalı, çünkü yazar romanda üç harfliler hakkında bilgi vermiyor. Nihayetinde söz konusu olan bir roman.
Konuyu kısaca şöyle özetleyebilirim; Kör Bahri, yaşadığı köyde sevilen, sayılan, yardımsever, derin bilgilere sahip yaşlı biridir. Bir gece ansızın ortadan kaybolur, kısa bir süre sonra da öldüğü anlaşılır. Geride yaşlı karısı, ve torunu Kadir kalmıştır. Kör Bahri’nin köyde hemen herkese bir iyiliği dokunduğu için köy ahalisi, yaşlı kadına ve toruna ihtimam gösterir, yardım eder.
Babaannesi de ölünce Kadir, İstanbul’a, aile dostlarının çocukları olan Ömer’in yanına gider. Geçimini köpek gezdiriciliği ile sağlar. Bu meşgale boşuna seçilmemiştir, çünkü konuya ilgi duyanlar köpeklerle üç harfliler arasındaki irtibata vakıftır. İşler de değişmeye başlar zaten köpek gezdirirken. Dedesinin vakti zamanında mağlup ettiği kötü cinler onlara musallat olmaya başlar. İstedikleri, dedesinin Kadir’e bıraktığı tılsımlı üç taşı Kadir’den alabilmektir. Bu taşlar Nuh tufanında Türklere bırakılmış, tılsımlı ve oldukça tesirli, kötü ellere düştüğünde vahim sonuçlar doğurabilecek taşlar.
Romanın verdiği ilk önemli mesaj işi ehil olanın yapması, aksi takdirde istenmeyen işler açılır başa. Kırsal yaşamda ömrün boş işlerle çürütülmesi, insan ilişkileri, aşk, cesaret, topluma faydalı işlerde bulunarak adımızı ölümsüzleştirmek gibi pek çok konu da işleniyor romanda. ‘Congolos’ta postmodern ögeler ölçülü şekilde yedirilmiş kurguya, ayrıca flashback (geri dönüşler) ölçülü ve yerinde, karakterler de sahici, konu fantastik olmasına rağmen. Karakterle tam anlamıyla bütünleşiyor okur; okur cesur ve korkusuz Kadir ve veterinerle gurur duyarken, korkaklığın destanını yazan Ömer’den nefret ediyor.
‘Congolos’un bugüne en önemli yansımalarından biri de sevimli dostlarımız hayvanlara ettiğimiz eziyet ve akıl almaz vahşetin boyutlarını düşündürmesi. Kadir’in yaşlı bir kadına köpeğini defnederken yardım etmesi de duygulandırıyor okuru.
Vaka örgüsünün kesilmesi, ilginin azalmasının risk taşıdığı yerlerde Doğan kritik hamlelerde bulunuyor, dengeyi sağlamayı beceriyor.
Romanda iyi cinlerle kötü cinlerin savaştığı sahneler, soluk soluğa okunuyor. Bu savaş bir anda olup bitmiyor, bir taraf galipken, diğer tarafın taktik değiştiriyor, işin rengini değiştiriyor. Bu bölümde biz Türklerin meşhur hilâl taktiğini hatırlıyoruz.
‘Congolos’ta vak’a yan konularla destekleniyor, bu da ilgiyi canlı ve diri tutuyor. Meselâ sıradan bir köylü gözünde ulaşılmaz görünen ve güzel sanatlarla uğraşan bir şehirli kız, yelkenlerini suya indirmek zorunda kalıyor. Günümüzün kabuk bağlamış yarası ‘yalnızlık’ da romanda yer verilen konulardan. Kurguyu alt üst etme tehlikesi olan diyaloglar da oldukça sahici, yapay değil.