Ülkemizde son otuz yıl olmak üzere özelliklede son yıllarda kadınının çalışma hayatına girişi belirgin düzeyde artmıştır. Bu artma, yalnızca sayılarının ve oranlarının artmasıyla kalmayıp Müslüman Türk geleneklerine uygun olmayan iş alanlarında da çeşitlenmiştir.
Yüzde 99’nun kendisini Müslüman olarak tanımladığı Türkiye Cumhuriyetinde kadının çalışma hayatına katılmasının aile ve sosyal yaşama yansımaları üzerinde durmaya çalışacağım.
- ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının referansı İslam olmasa, İslami hükümler içermese de insanlarının kahir ekseriyeti Müslüman olduğu için değerlendirmelerimde İslam’ın kadınlara ilişkin hükümlerine de yer vereceğim.
- kendini dindar/muhafazakar olarak tanımlayan insanlarda bile kadının çalışmasının İslami sınırlara bakılmaksızın makul görüldüğüne şahit olmaktayız. Kendilerini dindar tanımlayan ailelerin yana yakıla oğlanlarını evlendirmek için çalışan kız aradıklarını görüyoruz. Toplumda, tek maaşla geçinilemeyeceğinin mutlaka çift maaşlı olunması gerektiği algısı vardır. Biz ne söylersek söyleyelim günümüz gerçekleri bu minvaldedir. Bu durumu değiştirme gücüne de sahip değilim.
Çalışan erkek ile çalışan kadın arasında yaratılıştan gelen bazı farklı özellikler vardır. Bu özellikler kadının çalışma hayatına katılmasının zorluklarını kaçınılmaz hale getirmektedir. Çalışan erkek, sadece işiyle meşgul iken çalışan kadın ise; işiyle, eşiyle, çocuklarla, evin düzeniyle ve yemek işleriyle meşgul olmak durumundadır. Bunun yanında kadının “analık” vasfı gereği daha duygusal, merhametli tarafının yanında tanımlanan rolleri, sorumlulukları daha fazladır. Bu durum kadına kadın hakkını ihlal edecek kadar ağır yükler getirmektedir.
Bu ağır sorumluluk yükünün altında ezilen kadınlar yorgunluk, çaresizlik, tükenmişlik gibi bir çok psiko-sosyal sorunlara maruz kalmaktadırlar. Bu durum aile içi çatışmalara, şiddete, boşanmalara hatta ölüm gibi vahim sonuçlara neden olmaktadır. Hepimiz, kendimizi nasıl tanımlarsak tanımlayalım kadının iş hayatına atılmasının kadın aleyhine bir çok sonuç doğurduğunu kabul etmeliyiz.
Kadının evinden ayrılıp iş hayatına atılmasını “Kadının Özgürleşmesi” olarak görmenin büyük yanlış olduğunu; iş hayatına atılan kadının bırakınız özgürleşmeyi bağımlı hale getirildiğini; çok büyük zorunluluk olmadıkça kadının ev kadını olarak hayatına devam etmesinin gerek aile huzuru ve gerekse çocukların bakımı ve eğitimi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
Kesinlikle, erkeklerin yapabileceği tüm işlerde erkeklerin çalışması hem sosyal hem de ekonomik hayata daha büyük katkı sağlayacaktır.
Ayrıca, kadının iş hayatına atılması Müslüman bir toplumda kabul görmeyen boşanmalara, evlilik dışı yaşama zemin hazırlamaktadır. Geçim sıkıntısından kaynaklı boşanmalar üniversite mezunu, çalışan karı kocalarda daha yüksek oranda görüldüğünü araştırmalar ortaya koymaktadır.
Müslüman bir toplumda kadının çalışması ile ilgili hükümleri de dikkate almak durumundayız. İslamiyet herkesin işine geldiği gibi yorumlanamaz. Dinimizde kadınların çalışmasını yasaklayan bir hüküm olmayıp İslami sınırlar içinde ihtiyaç olsun veya olmasın para kazanmak için de çalışabilir.
Ancak, kadın zorunlu olmadıkça evin geçimini sağlamak için çalışmak zorunda değildir. Dinimiz evin geçimini erkeğe yüklemiş olup kadının vazifesi, çocuklarına annelik, kocasına da hanımlık yapmaktır. Bir Müslüman olarak mazeret üretilmesini doğru bulmuyorum.
Yine açık ve net eğmeden bükmeden ifade ediyorum; kadının iş hayatına yoğun ve aktif olarak katılımının gerek dini ve gerekse sosyo-ekonomik yönden birçok olumsuz sonuçlara yol açtığını; kadının fıtrattan gelen vazifelerini yerine getirmesinin, aktif iş hayatına katılmamasının aile ve toplumsal huzura, ekonomiye daha büyük katkılar yapacağına inanıyorum.
- Mart Dünya Kadınlar Günü”nün tüm kadınlara huzur getirmesini temenni ediyorum.