Nazım Hikmet’in ‘Kafatası’ adlı tiyatrosu, dün bahsettiğimiz Güngör Dilmen imzalı Canlı Maymun Lokantası gibi kapitalizmi kıyasıya eleştiren bir oyundur. Kızının ölümcül hastalığına kölesi olduğu muktedirler yüzünden bakamayan bir doktor vardır eserin merkezinde.
Bazı tiyatro eleştirmenleri Nâzım Hikmet’in oyun yazarlarımız içinde en cüretlisi, çeşitli dramatik biçimlerle en fazla deneyler yapmış olanıdır ve bu nedenlerle sahneleme olanakları zengin, eserleri zengin, oyun öyküleri özgün ve farklıdır görüşündedirler. Bu eleştirmenlerin vardıkları netice ise şudur; “Toplumcu gerçekçi bir oyun yazarı olan Nâzım, ne kadar şiir yazarsa yazsın, şiirleri ne kadar önemli bir yerde olursa olsun elinden geldiğince tiyatro dilini, tiyatronun toplumsal tavrını yakalamak için mücadele verdiğini oyunlarındaki karakterlerin diyalog bütünlüğünden anlıyoruz. Oyun karakterleri şiirsel konuşmuyor… Oyun karakterleri bulundukları toplumsal sınıfın diliyle konuşuyor. Aslında Nâzım’ın buradaki mücadeleci tavrını, tiyatronun matematiğine inanışını ve avangard bir yapı kurup, deneyci yaklaşımını takdir etmemiz lazım. Bu nedenlerden dolayı Nâzım’ın oyun yazarlığını ayrı ve farklı konuşmamız gerekli.”
1928-1929 yılları arasında Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle “Kafatası” oyununun konusu Nazım Hikmet’in kafasında şekillenir. Nazım Hikmet o günleri şöyle anlatıyor; “Yıllardan yirmi sekiz, yirmi dokuz sanırım, İstanbul’ da evimde hasta yatıyordum. Yoldaşlar tevkif edilmişti, İstanbul’da polis müdürlüğünde çıplak göğüsleri cıgara ateşiyle yakıldıktan, tabanlarının derisi sopayla soyulduktan, koltuk altlarına kaynar yumurta konduktan sonra yargılanmak için İzmir’e gönderilmişlerdi. Alabildiğine öfkeliydim, kederliydim, alabildiğine hastaydım ve meteliksizdim. Kapım açıldı, büyük Türk rejisörü Ertuğrul Muhsin girdi içeri. Modern Türk Tiyatrosu’nun belli başlı kurucularından biri olan, Türk Tiyatrosu’nda modern tiyatro disiplinini, hele Rus – Sovyet Tiyatrosu’nunkini gerçekleştiren Muhsin, Stanislavski’nin ve Meyerhold’un hayranlarındandı. Sovyetler Birliği’ ne birkaç kere gidip gelmişti. Dostumdu. “Hazır piyesin var mı?” dedi.” Var” dedim. O günkü antikomünist terör havası içinde benim bir piyesimi, İstanbul’un biricik gerçek tiyatrosunda oynamak isteyişine şaşmadım. Dostumdu. Ben dostluğa inanırım. Muhsin gittikten sonra bir hafta içinde ne yazabilirim diye düşündüm. Aklıma polisin eline geçip yitirilmiş “Kafatası” piyesimin konusu geldi. Yalnız maddi değil, manevi değerlerin de mal yapıp pazara çıkaran kapitalizm…” (Nâzım Hikmet’ in Tiyatrosu – Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları – 2 / 1. Basım – 1996 Sayfa : 27)
Kafatası’nda Nazım Hikmet özellikle, paranın, toplumu ve kurumlarını bütün kurumlarını ve kurallarını rahatça kıskacı içine alan ve bütün bu kurumları çıkarına uygun gelecek yolda kullanan tehlikeli gücüne dikkat çekmek istiyor. Tiyatro eleştirmeni Ayşegül Yüksel Türk de tiyatro tarihimizde ilk kez diyalektik materyalist bakış açısı içeren oyunun Nazım Hikmet’in Kafatası adlı eseri olduğunu savunur.” (Nâzım Hikmet’ in Tiyatrosu – Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları – 2 / 1. Basım – 1996 Sayfa : 69)
Bu uzun girişten sonra ‘Kafatası’nda ne anlatıldığını özetleyeyim… Oyun, Dolaryan adlı hayali kapitalist bir ülkede geçmektedir. Doktor Dalbanezzo, verem serumunu bulan bir bilim adamıdır. Varını yoğunu bu aşıyı bulmaya döktüğü için elde avuçta bir şey kalmamıştır. Aşıyı bulmasıyla, verem sanatoryumları tröstü bu durumdan oldukça rahatsızlık duyar ve hemen işe koyulmaya karar verirler ve Profesör Dalbanezzo’ya bir teklifte bulunurlar; aşının geliştirilmesi için gereken para ve laboratuvarı sağlanacaklardır fakat bir şartları vardır. O da belirli bir süre aşı üzerinde çalışmayı tröstlere ait olan inekleri tedavi etmek için bir müddet bırakmaktır.
Bu arada profesörün aşı üzerine çalışmasının kökeninde başka bir gerçek vardır. Kızı ağır bir verem hastasıdır, aşı üzerinde çalışmaya karar vermesinin temel amacı kızıdır aslında.
Daha sonra neler olacağına ve değerlendirmelerimize yarın devam edelim.