Uzun uzun zaman önce memleketin birinin en uç sınırında bir şehir varmış. En çetin, en zorlu savaşlar bu şehir için yapılırmış. Şehrin üzerine kurulu olduğu tepe öylesine önemliymiş ki, bu şehri eline geçiren güç, bir yerde o bölgenin kontrolünü elinde tutmaya başlarmış. Şehir birkaç kez el değiştirmiş. Ancak her defasında geri alınmaya muvaffak olunmuş.
Bu şehre her daim oldukça kararlı, güçlü, savaşçı Vali Paşalar ve Subaşılar görevlendirilirmiş.
Ülkenin Sultanı bu şehrin üzerine titrer, her yıl düzenli bir şekilde şehri ziyaret eder, şehre verdiği önemi diğer diyarların Sultanları da bilirlermiş. O yıl şehri ziyaret edeceği duyurulan Sultan, şehre gelirken yolda hayatını kaybetmiş. Sultan ölünce oğulları arasında taht kavgası başlamış. Bu kavga yıllarca sürmüş. Ülkenin bu zayıf durumunu gören komşu diyarın Sultanı, ordusuyla birlikte gelip şehri kuşatmış. Şehir bu türden kuşatmalara karşı har daim hazırlıklı olsa da, taht kavgalarından dolayı kendilerine herhangi bir yardım gelemeyeceğini biliyorlarmış.
Vali Paşa şehrin meydanında eli kılıç tutan, ok atan, mızrak kullanan ahaliyi toplamış.
Ey Ahali demiş, Sultanımız olsaydı bu Sultan böyle bir şeye tevessül edemezdi. Şehzadeler taht kavgasında, bizi ise kuşatma altındayız. Bu şehri ölene kadar savunmamız şart. Benimle beraber misiniz? Ahali seninleyiz Vali Paşam demişler. O diyarın Sultanları, bu şehri birkaç kez aldılar. Savaşanların tamamını öldürdüler. Kadınları, kızları ve çocukları köle pazarlarında sattılar. Ölmek o zilleti çekmekten yeğdir bize demişler.
Vali Paşa, Demirci yok demiş, nerede o güçlü kuvvetli delikanlı. Ahalinin içinden bir ihtiyar öne çıkmış. Ben onun amcası olurum Vali Paşam demiş. Bu benim savaşım değil. Babam da, ağabeylerimde Sultanın ordusundaydılar. Hepsi bu dünyadan göçtü. Ben savaşmayacağım. Dükkanımın kapısına gelen olursa, dersini alır diyor.
Vali Paşa, o halde kendi haline bırakın demiş. Savaş başladığında kendiliğinden çıkar gelir. Rahmetli babasıyla yıllarca omuz omuza çarpıştık. Ağabeyleri de çok kahramandılar.
Gerçekten çok çetin bir kuşatmaymış. Şehrin bütün giriş ve çıkışları tutulmuş. Komşu diyarın Sultanı şehrin kapısına gelmiş. Vali Paşa demiş, boşu boşuna insanlar ölmesin. Bu şehri bana teslim et. Kimsenin canına dokunmayacağım.
Vali Paşa, ölümü çiğnemeden bu şehri teslim alamazsın demiş. Şehir ölümüne kendini savunmaya başlamış.
O kanlı çarpışmaların olduğu günlerin zifiri karanlık bir gecesinde şehrin herkesin bilmediği, aklının ermediği, karanlık dehlizlerinden bir karaltı çıkmış kaleden. Düşman ordugahının oldukça yakınlarına açılıyormuş bu dehliz. O bilinmeyen karaltı, birkaç çadıra girmiş. Sonra yine geldiği gibi aynı yoldan şehre girmiş.
Ertesi gün, düşman ordugahında şaşkınlık ve panik yaşanmaya başlamış. Şehri kuşatan Sultanın Veziri ve çok güvendiği iki komutanı çadırlarında ölü bulunmuşlar.
Sultan bu haberler üzerine uyandırıldığında, yatağının kenarına iliştirilmiş bir not bulmuş. “Kuşatmayı kaldırmazsan sıra senin” diye yazıyormuş.
Sultan atına atlayıp, şehrin kapısının önüne gelmiş. Surlara doğru seslenmiş. Vali Paşa demiş, Vezirime ve komutanlarıma kastetmenin, beni tehdit etmenin ne demek olduğunu sana ve bu şehre göstereceğim. Taş üstünde taş, gövde üzerinde baş kalmayacak bu şehirde. Herkesi ibreti alem için öldüreceğim.
Ertesi gün elli kadar Mancınık gelmiş şehrin çevresine, koca koca kaya parçalarını şehrin üzerine yağdırmaya başlamış.
Şehirde yara almayan, yıkılmayan ne ev kalmış ne de sur.
Ahali, Vali Paşam demişler belli ki yarına çıkamayacağız. Yardım gelmez. Ne halde olduğumuzu Payitaht duymaz. Sultan, Vezirimi ve komutanlarımı kim öldürdüyse bana teslim edin. Bende kuşatmayı kaldırayım diyor. Kimse o adam çıksın ortaya!
Vali Paşa, ben demiş öyle bir adamı ölürüm yine vermem. Ne sizden birini, ne de hiç bilmediğim o kahramanı. Onu teslim etsek de, etmesek de, hepimiz öleceğiz nasıl olsa. En azından şehrimizi savunarak ölmüş oluruz.
Ahali o zaman bu gece bu şehirde ve bu hayattaki son gecemiz demişler. Yarına bu şehirde savaşacak adamda kalmaz…
Gece yarısında, şehrin o bilinmeyen dehlizlerinden, tünellerinden bir karaltı yine kimseye belli etmeden süzülmüş düşman ordugahına. Elindeki keskin bıçakla bir çadırı yarmış girmiş içeri.
İçeride tertibat alan askerleri gürültüsüz bir şekilde saf dışı bıraktıktan sonra, hançerini dayamış Sultanın boynuna…Bir eliyle de ağzını kapatmış. Konuşmasına fırsat vermeden, Sultanı ortadan kaldırmış. Cesedini, çadırın orta yerine fırlatıp atmış.
Sonra yine aynı geldiği gibi sessizce o gizli dehlizlerden, tünellerden şehre geri dönmüş.
Sabah olup gün ağardığında, ölümü bekleyen şehir ahalisi, birde bakmışlar ki, ordu çekiliyor. Mancınıklar kalenin çevresinden birer ikişer alınıyor.
Kuşatma ordusunun komutanlarından biri, Şehrin kapısına gelmiş. Vali Paşayı istemiş.
Vali Paşa gelince, Vali Paşa demiş, Sultanımız dün gece çadırımda ölü bulundu. Kuşatmayı kaldırıyoruz. Yeni Sultanımız belli olduğunda, gelip bu şehri başınıza yıkacağız, deyip gitmiş.
Şehrin ahalisi, bayram yapmışlar, kurtulduk demişler. Kurtulduk amma, o Sultanı kim öldürdü? Kim kurtardı bizi? Bilmek hakkımız. Vali Paşa, daha dün demiş o adamı teslim etmek istiyordunuz, hayırdır ne oldu? Ne yapacaksınız?
Ahaliden bir heyet çıkmış Vali Paşanın huzuruna, Paşam demişler. Belli ki sen bu yiğidin, bu isimsiz kahramanın kim olduğunu bilirsin. Söyle kimdir bilelim. En azından, bir teşekkür edelim.
Vali Paşa inanınki ki demiş ben de bilmiyorum. Bu yiğitliği her kim yaptıysa ne ortaya çıkar, ne bilinmek ister. Bırakın bilinmesin. Ortaya dökülmesin.
Şehir işi bir hayli kurcaladıysa da, bir yere varamamış. Demirci üzerinde biraz durmuşlar, bakmışlar ki, demirci, akşama kadar demir dövmekten başka bir iş yapmaz. Bu anca demir döver, kılıç yapar, bundan gayrısını bilmez demişler kapatmışlar mevzuyu.
Şehrin bu başarısı, Komşu memleketin Sultanına varıncaya kadar öldürülmesi Payitahttın en önemli konusu olmuş. Sultanın tahta geçen en küçük oğlu, tez demiş bana Vali Paşayı çağırtın. Vali Paşa birkaç hafta sonra Payitahta gelmiş. Sultanın huzuruna çıkmış.
Yeni Sultan, seni çocukluğumdan beri bilirim Vali Paşa demiş, öyle bir savunma yaptınız ki, memlekete destan oldu. Fakat o şehirde öyle bir kahraman var ki, bu kahramanı tanımak, bilmek, görmek isterim. Böyle savunulan şehirleri olan memleket yıkılmaz dedirtti. Kendi aramızda ki savaşı bıraktık, barıştık. Ağabeylerim devlet büyüklerinin araya girmesiyle, tahtı bana bıraktılar.
Şimdi söyleyesin, o kahraman kimdir? Vali Paşa, buralara gelmez Sultanım demiş. Ne dediysem olmadı gelmedi. Bilinmek ve tanınmak istemiyor.
Aradan bir ay kadar geçmiş, bir gece vakti Demircinin dükkanına, gençten biri gelmiş. Kolay gele Demirci demiş, gecenin bu saatinde çalışır durursun demek, seninle tanış olmak istedim. Demirci, geriye döner dönmez, hemen diz çökmüş. Sultanım demiş, demek buralara kadar geldiniz ha…Bu zahmete değer miydi?
Sultan, biz demiş memleketini sevenlerin, koruyanların ve bunu bir sır gibi saklayanların ayağına gideriz, bu bizim boynumuzun borcudur. Sen bu ülkenin medarı iftiharısın. Savaşları sonlandıransın. Vali Paşa durumdan beni sürekli haberdar etmişti. Seni bundan böyle her daim yanımda görmek isterim.
Anlatırlar ki, o kahramanın kim olduğunu o şehir hiçbir zaman öğrenememiş. Ancak hikayeler anlatılmış durmuş. Demirci bir gece dükkanını kapatmış. Gece karanlığında atına atlamış ve gözden kaybolmuş. Bir daha da onu ne bir gören olmuş, ne de ondan bir haber alan.
Şehir şehire, savunma savunmaya, kuşatma kuşatmaya, Sultan Sultana, düşman düşmana, Vali Paşa Vali Paşaya, ahali ahaliye, Demirci Demirciye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…