Geceyi gündüzden ayıran en kıymetli parantez nedir diye sorsalar hemencecik tenha zamanların yılmaz savunucusu diyerek karşılık veririm.
Yere kurşun gibi çarpan yağmur damlaları, el ele tutuşup adımlayan sevgililer, neşeli bir şehre benzeyen vişne bahçeleri ve birbirine nazlanan balkon komşuları da benimle aynı fikirdedir diye düşünüyorum.
Kendi evine başkasının kapısından girmeye çalışan bohem ruhları da çizginin dışında yaşam sürmekten alıkoyup bu fikre dahil etmeyi çok isterim.
Bir çift gözün zifiri karanlığın tek bir noktasına yani yıldızın parlayan beyazına dikkat kesilmesi ve irade sarmalıyla hemhal olması kıymete binaen ortaya çıkan bir durum olmaz mı?
Pek tabii böyle olur.
Fakat bizi buraya çekmeni gerektirecek sebep ya da sebepler nedir diye sorduklarında benim dişe dokunacak, cana değecek cevap ya da cevaplar vermem gerekmez mi?
Elbette gerekir.
O zaman ne yapacağım?
İvedilikle işe koyulacağım.
İlk iş; gündüzün aşikâr olan memnuniyetsizliğinden, mesnetsiz uğraş yumağını insanlara cebren kabul ettiriyor oluşundan ve koşullu sevgisinden bahsetmem lâzım.
Başlayalım.
Kendisine vurgun olan insanlara karşı o kadar memnuniyetsiz ki bir kaşık suda boğacakmış gibi muamele de bulunuyor.
Bunu yaparken ne şiş yansın ne kebap taktiğini öylesine profesyonel uyguluyor ki, insanlar değer görüp görmediğini anlayamıyor bile.
Kendi çarkının aralıksız dönmesini niyet edinerek insanları ırgat gibi kullanıp, dünya telaşı lakırdısını dillere pelesenk ettiriyor.
Duygu ile zihnin birlikte çalışma becerisini köreltip bireylere robotik kodlama noktasında ilham kaynağı(!) olabilecek çeşitli doneler sunuyor.
His-Duygu-Benlik-Davranış-Kişilik-Karakter zincirine sevk edilebilecek kıymetli olan her ne varsa kendisi bizzat ön de durup engel oluyor.
Ben de tam bu yüzden gece diyorum.
Silkelemesi ve ruh üflemesi ümidiyle bir de şahit tutuyorum:
‘Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.
Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.
Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım
Ölüm ve acılar çatsaydı beni
Düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
Sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.
Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım
Diri-gergin kasları konuşsaydım
Kardeşler! Deseydim, kardeşlerim!
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor…
Yazık, şairler kadar cesur değilim.
Çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan
Gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.
Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarzlandı
Öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım
Bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında
Çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların
İnanmazdım dosyalara sığacağına
Gittikçe ışıldardım dükkânlar kararırken
Hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.
Benim adım bilinen cevapların üstüne mühürlenmiş
Ellerim tütsülenmiş
Evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında
Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar
Ben de kül, ben de kanat, ben de gizem bırakmadılar
Ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa
Gövdem açık bir hedef kılındı belalara.
Ve bu yüzden yakışıksız oluyor
İnsanları hummalı bahar olarak tanımlamak
Ve bu yüzden göğsümde dakikalar
İnce parmaklar halinde geziniyor
Konvoylar geçiyor meşelikler arasından
Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli tarafına
Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak
Unutulacak diyorum, iyice unutulsun
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.’
-İsmet Özel
Bu duruma İsmet Özel’i şahit tutmam içime ziyadesiyle sindi.
Ötelerden berilerden yabancı ve şuursuz şahitler arayacağıma derdini gıyaben de olsa dertlendiğim bir büyüğümü şahit tutmam paha biçilemez diye düşünüyorum.
Zevkinize sunarım.
Selametle...