Toplumumuzda insanlar dini ya da dünya sorumlulukları yerine getirmede farklı gerekçelerle kendi fikirlerinin doğruluğunu savunurlar. Büyük günah işleyenin kişinin imanı her dönem tartışmalara konu edilmiştir. İman vasfını taşıyanın, haksız yere kasıtla adam öldürmesi, iffetli bir kadına zina iftirasında bulunması, başkasının malından çalması, şarap içmesi gibi bir eylemi sebebiyle iman niteliği kalkıp kalmayacağı sürekli tartışılmıştır. İtikadî bir mezhep olan Mutezile de hikmet prensibi çerçevesinde küçük günahtan dolayı azap uygulanması ve büyük günahın affedilmesi mümkün değildir iddiasındadır. Ebû Hanife, Ebû Ca‘fer et-Tahâvî ve İmâm Mâtüridî Kuran ve sünnetle sabit hususları inkâr etmedikçe kişiyi sadece kabul ettiği sorumlulukları zamanında yerine getirmemesi imandan çıkarmayacağı görüşünü savunmuşlardır.
İmâm Mâtüridîye göre ilk insan Hz. Adem'in imtihan edilmesi meselesinde olduğu gibi günahın iman niteliğini yok etmediği gibi kişinin günahları sebebiyle Allah'a itaatsizliği sebebiyle inancında yalancı olduğu sonucunu da gidilemez. Ayrıca “Allah'a ve Resulü'ne asi olan ve O'nun belirlediği sınırları çiğneyip aşan kimseyi Cenab-ı Hak cehennem ateşine atar”(Nisa 4/14) mealindeki ilahi beyanın her isyanı kapsamadığı gibi mutlak manadaki zulme yöneltilen azap tehdidinin de her türlü zulüm, isyan ve taşkınlığı kapsadığını da ifade etmez. Aksine burada sözü edilen kavramların kendi konumlarına göre taksime tabi tutulmaları gerekir. Bu tür sonuçları bütün günahları kapsamına alacak şekilde genelleştiren kimse günahkârlar hakkında gelen ilahi hükümlerden anlaşılan çerçevenin dışına çıkmış olur. (Mâtüridî, Tevilâtü’l-Kur’ân, 1/ 97-98) Ancak şirk ve ayetleri itikadî inkâr ve bu hususta inat insanı küfre götürür. Zira Yahudiler Allah’ım! Göndereceğin peygamber hürmetine bize zafer ver! dediler. Fakat sözü edilen peygamber kendi arzu ve istekleri çizgisinde gelmeyince; onu inkâr ettiler. Yahudiler “Kalplerimiz perdelidir!” dediler. Aksine, inkârları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir; o yüzden çok az inanırlar. (Bakara 2/88) Onlar bu sözleriyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tebliğ ettiği şeyleri kökünden çürüttüklerini sanıyorlardı. Bu sözleri, Hz. Şuayb'a kavminin söylediği: "Senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz.” (Hud 1 1/91) sözüne benzemektedir: Allah'ın laneti –hakikati bildiği halde- inkârcıların üzerine olsun! Ayetlerde İmansız kalplerin taştan daha katı olduğu bildirilmiştir. Taştan su fışkırır, Allah’ın korkusundan aşağı yuvarlanır. Vahiy insana değil dağlara inseydi Allah’ın tecellisi ile Tûr dağının paramparça olduğu gibi, “..Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün...”(Haşr, 59/21) İnsan zalim ve cahilliği meslek edindiğinde yanacağı cehennem ateşine aldırmaz da inkâra kalkar. Akibet katılıkları sebebiyle ısıyı yükselttiği için insan ile taşların cehennemde yakıt olduğu haber verilmiştir.
Kalp katılığı Allah’ı unutmakla onu zikri terkle başlar. İnkârları, azgınlıkları, Resulullah'ı yalanlama noktasına ulaşanların ellerinden geleni yapmaları ve ona karşı sürekli direniş göstermeleri yüzünden Allah kâfirleri rahmetinden uzaklaştırmış kalpleri katılaşmış ve mühürlenmiştir. Aslında onların zihni kapasiteleri iddia ettikleri gibi söylenenleri anlamayacak bir konumda bulunmuyordu. Ancak tefekkür ve istidlali iradi olarak terk ettikleri için bu duruma düşmüşlerdir. Allah’ın gönderdiği kitabı inkâr etmeleri, dünyalıkları hevaları bedel ile kendilerini satıp harcamaları ne kadar kötüdür! İsrailoğulları Hz. Muhammed'i (a.s.) İsmail’in (a.s.) soyundan geldiği için kıskanıp inkâr edip yalanlamak suretiyle kendilerine zulmetmişlerdir. Musa (a.s.), İsa (a.s.) ve Muhammed (a.s.) da inkâr etmeleri yüzünden Allah’ın gazabına müstahak olmuşlardır. Zira Tevrat'a da inanmış değillerdi, çünkü inanmış olsalardı bu imanın içinde Hz.Muhammed’e, ona indirilene, bütün nebi ve resullere ve onlara vahiy edilen her şeye imanın yer alması gerekirdi. Tevrat'ın dışında kalan İncil ve Furkan'ı inkâr ettiler. Hz. Musa mucizeler getirmesine rağmen İsrailoğulları buzağıya tapınıp onu tanrı edindiler, Allah'a karşı ise kâfir tavrı takındılar.
"Hatırlayın ki sizden sağlam bir söz almış, tepenizde yükselttiğimiz Tur dağının altında, 'Verdiğimiz talimata bütün gücünüzle sarılın ve dinleyip itaat edin' demiştik. Onlar, 'Sözünü işittik fakat emrine isyan ettik' diye cevap verdiler. Küfür ve inkârları sebebiyle buzağı sevgisi kalplerine sindirilmişti. De ki: Eğer inanıyorsanız imanınız sizi ne kötü şeylere yöneltiyor! Onlar, "Sözünü işittik fakat emrine isyan ettik" dediler. Hz. Musa buzağıyı yakıp tozunu toprağını denize atınca ona olan tutkuları sebebiyle deniz suyundan içmeye başlamışlardı. Yine denildi ki buzağı yakılıp kalıntıları denize atılınca suyu yalamaya başlamış ve bu yüzden yüzleri sararmıştı.
Yahudi ve Hıristıyanlar şöyle dediler:
1.Cennete Yahudi veya Hıristiyan’dan başkası girmeyecektir.
2. Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulmuş olasınız.
3. Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz.
İddia ettiğiniz gibi ahiret yurdu size aitse ve siz yine söylediğiniz gibi Allah'ın oğulları ve sevdikleri iseniz, evet bunda samimi iseniz ölümü temenni edin. Ama hiç kimse, "Ölmeyi temenni et!" dendiğinde onu temenni etmez. Sakın, Allah'ın zalimlerin yaptıklarından habersiz olduğunu sanma! Bize de deyim olarak giren ‘Aklınla bin yaşa!’; Mecusilerin deyimi ile ‘Bin yılın Nevruz ve bayramında bulunup ziyafete konasın!’ Uzun ömür yaşasa ne yazar! Allah, böylelerini korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne ertelemektedir.
İmam Mâtüridî ameli günahları her ne kadar kalben tasdiki ortadan kaldırmadığını kabul etse de bu günahları sürekli işlemeyenin kalbinde kararma tamamlanır ve netice de iman nurunu söndürebileceğine şu şekilde izah etmektedir: “Allah “Bilakis kalplerinde leke, örtü vardır” (Mutaffifin 83/14) dedi. Allah imanı nur olarak niteledi, küfrü de karanlık olarak niteledi. Sebeplerini yerine getirerek iman kalbi aydınlatır, küfür karartır. Zira günahlardan her biri bir başka günaha çağırır. Zira kalpte bu kararma nihayetinde imanın gerekleri yapılmaması ile söner ve karama tamamlanır.”( Mâtüridî, Tevilâtü’l-Kur’ân, 17/108.) İmam Mâtüridî bu görüşünü Ebû Hureyre’den naklettiği bir rivayetle temellendirmektedir. Hz. Peygamber’e bu ayet sorulduğunda; O şu açıklamayı yapmıştır: “Kul günahı işlerse kalbinde bir siyah bir leke oluşur. Tövbe ederse kalbi temizlenir, tövbe etmez ve tekrar günah işlerse kalbinde leke siyah lekye döner. Tekrar günaha dönerse onun kalbinin tamamı kararır. Bu kalbin “reyn” perdelenmesidir. Allah kimi hidayet etmek dilerse sebeplerini kalbe azar azar açar ve nihayet imanı yüklenir. Böylece inşirah tamam olur.”(Tirmizî, es-Sünen, “Tefsiru’l-Kur’an", 74) O halde Allah’ın tevbe çağrısına günlük Hz. Peygamber gibi devam etmek gerekir.
İmâm Matüridî kalben tasdikin bilince dönüşmesini basirete; kalbi görüşe, aklıselime ulaşmanın yolunu; iman, amel birlikteliği ile ulaşacağını beyan eder. Aynı şekilde iman kalben tasdik boyutu amel boyutuna dönüşmediği takdirde kişinin iman nurunun da sönebileceğine işaret etmiş olmaktadır. O bu sebeple İman ve İslam’ın tek bir şey olduğu ayrılamayacağı üzerinde durur.