Kanaat önderliğini belirleyen modern parametre: reyting. İzlenirlik oranı demektir; artık günümüzde kanaatler tefekkür ve bilgi ile oluşamadığı için bittabi basılı medya ve organlarıyla da bütünleşik bir kavram hâline geldi şu reyting lafı. Yani şöyle bir durum var ortada izlenirlikle ilgili: beynin gözle izlenenin peşine takılıp gitmesi. Tarafgirliği. Göz, bedenin ikna edilmesi en zor merkezi. Kalple, kulakla, temasla her bir şekilde aldatılabiliyorsunuz. Hele kalbin tuzağa düşmesi, ceylanların timsah dolu ırmağa su için inmesi gibi hem tekrar eder hem hüzün verir. Göz görmeden, gördüğünü boyutlarıyla kavramadan inanmıyor. Edebiyatçılar, özellikle de şairler bunu iyi bilir. Mesela biri diğerine yeni yazdığı şiirden haberdar etmek ister ve hemen okumaya başlar şiirini. Diğeri ikna olmaz ve ver şunu, okumadan (yani gözümle görmeden) olmuşluğuna karar veremem der. Bu, tereddütsüz böyledir.
Sosyoloji yapmazsa ölecek hastalığına kapılmış değişik insanların ağız dolusu lafları, kendinden çok emin ve seri biçimde sarfedebilmeleri, “bana kalırsa”larla, “bana öyle geliyor ki”lerle konuştukları hâlde ne yapıp ne edip fikirlerini egemenin, muktedirin amaçlarıyla bütünleştirebilmeleri, medyanın kapılarının onlara her daim açılmasını sağlar. Demokratik ve kapitalist olanaklar kanaat önderinin şehvetini kamçılar, süperego benliğini ele geçirmiştir ve bu durumda inanmadıklarını kanaat süsü vererek konuşmaktan hiç utanç duymaz. Bu bir yere kadar gülünçtür. Bir de sarf ettiği cümlelerden inançlarını ayıklayarak kanaat serdeden acıklı bir tür daha var içlerinde. Gücünü (ve parsasını) gerçekleri gizleyişinden, bunun yerine yaydığı tekinsiz bilgiden alan bir tür bu. Platon’un dediği gibi gölgeler dünyası yalansız yaşayamaz. Dünya dediğimiz de politika işte. Düpedüz politika. Çok yüzlülüğe karşın şeksiz şüphesiz davranma sanatı.
Bugün televizyonları işlevsiz, gazeteleri anlamsız kâğıt yığını hâline getiren hakikatsizliğin mimarları bu kanaat önderleridir. Akılsızlığa ve fanatikliğe politik bir tutum olarak itibar eden patronaj tarafından kendinden son derece emin konuşan yarı/cahil (en beteri) tipler besleniyor gazetelerde televizyonlarda. Onlara yüklü paralar verildi, veriliyor. Buna karşın gerçek aydınlar, münevverler suskunluğa terk edildi. Halk kendinden emin küstahlığa bayılıyor ya, bulunmaz nimet. Russell’in bir sözü geldi aklıma: “Ne kadar az bilirsen, o kadar şiddetle savunursun.” İşte tam da böyle olman gerekiyor kıymete binmek için. Tipik gerekçelerden biri de düşünen adama, düşünerek konuşana karşı hissedilen güvensizliktir. Yeni yetme kanaat önderleri bütün bunları bildikleri, halkımızı çok çok iyi tanıdıkları için “çok güven verici” bir dil kullanırlar. Tutarlı olmalarına hiç gerek yok, agresif olsunlar yeter.