Kasım ayının onuncu günü…
Ülke tarihimizin en büyük devrimcisinin… Büyük Önder'imizin… Ve bize -biz yokken- sahip çıkarak var olmamızı sağlayan, bu yurdu yoktan var eden; cumhuriyetimizi ve güzel vatanımızı bizlere emanet eden gerçek devlet adamının...
Atatürk'ümüzün ölüm yıldönümü...
Atatürk’ü, eserlerini, bu ülke için yaptıklarını, cumhuriyeti, cumhuriyetin kazanımlarını en azından anlamaya çalışan birisi olarak Büyük Önder’imizin anısı önünde saygıyla eğiliyorum…
Bunun yanı sıra vefatının üstünden bunca yıl geçmesine karşın hala ona onun kurduğu cumhuriyet sayesinde hakaret edebilenleri üzülerek görüyoruz. Bu en hafif tabirle nankörlüktür…
Onu anlamaya çalışmak yerine çamur at izi kalsın mantığı ile Atatürk’ümüzü acımasızca ve bilgisizce, art niyetli olarak eleştirenler ne yazık ki karşımıza çıkmakta…
Onu bu şekilde seviye sorunu barındıran bir şekilde eleştirenlere en güzel cevabı yine Atatürk’ümüzün Hz.Mevlana’yı anlamadan dinlemeden eleştirmeye kalkanlara söylediği sözle vermek gereklidir diye düşünüyorum…
Atatürk hazır bulunduğu bir ortamda, Hz.Mevlana’yı yermek isteyenlere ve bu yönde sözler sarf edenlere cevaben “Eğer Mevlana’yı sizler gibi kavramak gerekirse, o büyük insanın ruhu dertlenir, biz de belki bir saygısızlık göstermek zorunda kalırdık. Mevlana’yı ululuğuyla kavrayabilmek için medresenin dar kapısından geçmemiş olmak gerek.” demiştir.
Atatürk’ün bu sözü bile onu anlamaya çalışmaksızın kulaktan dolma bilgilerle eleştirmeye çalışanlara en güzel cevaptır…
Uçurumun kenarında olan yıkık bir toplumu pek çok düşmanla yapılan kanlı ve yıllarca süren savaşlar sonunda içeride ve dışarıda saygı ile tanınan millet ve ülke haline getiren gerçek bir dünya lideridir Atatürk…
“Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen ve giriştiği kanlı savaşlara rağmen “savaşın zorunlu olmadıkça cinayet olduğunu” düşünebilecek kadar barışsever ve yüce gönüllü olan bir büyük devlet adamıdır Atatürk…
İşte sadece bu sebep bile onu en hafif deyimiyle anlamamız, anlamaya çalışmamız için yeterli bir sebeptir, diye düşünmekteyim.
Atatürk’ü değerlendirirken, yorumlarken kurtuluş savaşı yıllarının koşullarını göz önüne almamız gerekmektedir diye düşünüyorum…
Okumadan, bilmeden, anlamadan; yani medresenin dar kapısından geçerek, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışanların Atatürk konusunda konuşurken hadlerini bilmeleri gereklidir diye düşünüyorum.
“Kıyametin kopacağını bilseniz bile fidan dikiniz” diyen yeryüzüne gelmiş en büyük devrimci olan peygamberimizi ve güzel dinimizi referans alarak siyaset yapanların, rant için katledilen binlerce ağaca söyleyecek söz bulamayıp; ağacın kesilmemesi için binanın kaydırılmasını sağlayan Atatürk’ümüze saldırmaları ne yaman çelişkidir.
Bir yabancı yazarın belirttiği gibi:
“Atatürk yüce bir dağa benzer, eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için ona çok uzaklardan bakmak gerekir.”
İşte Atatürk’ü anlamayanların sebebini de bu olduğunu düşünüyorum… O dağın eteğinde yaşamaları...
Büyük Önderimiz… Atatürk’ümüz…
Cumhuriyet ve kazanımları, ulusal ve dini değerlerimiz birer birer siyasete ve ranta alet edilirken emanetlerine gerektiği gibi sahip çıkamamanın üzüntüsü ve utancı içerisinde seni her gün artan bir saygı, özlem ve minnetle anıyorum...