Milattan sonra 350-800 yılları arasında yaşanan ve yönü Avrupa olan şiddetli göç hareketine tarih “Kavimler göçü” demiş.
Günümüzün kavimler göçünün yönü yine Avrupa…
Zamanımızdan 1650-1700 yıl önce Batı Roma ve Hunlar arasında yaşanan bu dalga, Avrupa’yı alt üst etmiş, Roma ikiye ayrılmış, ilk çağ sona erip, yeni bir çağ olan Orta çağ başlamış, Avrupa’da derebeylikler oluşmuştu.
Sizce de yeni bir kavimler göçünün tam ortasında değil miyiz?
Köprü yani geçiş noktası neresi?
Ne yazık ki ülkemiz!
Hedefleri Avrupa’ya ulaşmak olan insanlar, Iraktan, Suriye’den, Afganistan’dan Türkiye üzerinden Avrupa’ya gitmek istiyorlar, hatta Amerika’ya!
Yada öyle bir görüntü algısı yaratılıyor. Gidenler gittikten sonra, kalanlar geri mi döndüler?
Geri döndüler dönmesine de kendi ülkelerine değil, bizim ülkemize…
Misafir diye geldiler, ev sahibi gibi oturuyorlar, bayram diye gidiyorlar, yine geri geliyorlar. Onların göçü aslında Avrupa değil, Türkiye mi?
Bu sorulara cevap veren yok! Ancak, demografik yapımız daha şimdiden tehdit altında!
*****
Afganlar gibi sonradan gelenler için bekleme noktası yani durağı neresi?
Yine Türkiye!
Suriyeli sığınmacılar geri döneceğiz diye geldiler, on yıl oldu!
Bakalım Afganlar ne kadar kalacaklar?
Avrupa tarihle barışık, biz ise tarih kitaplarını raflardan indirmemişe benziyoruz.
İndirmiş olsak, Avrupa gibi, sığınmacıları kontrol altında tutabileceğimiz bir sayıda kabul ederdik.
Biz ne yaptık, şehirlerimizin kapılarını ardına kadar açtık!
Büyük şehirlerimizde yüzbinlerce sığınmacı….
Bu hengamede hırpalanan, örselenen, kendine gelemeyen, kendini toparlayamayan, ara-ara unutulan, hatırlanmayan millet hangisi?
Türk Milleti!
*****
Yaşadığımız dönemin ekseri mültecileri kimler? Sığınmacıları kimler? Göçmenleri kimler?
En çok yerinden yurdundan edilenler kimler?
Bu soruların tek bir cevabı var, dini İslam olan ülkelerde yaşayanlar!
57 üyeli İslam Ülkeleri Birliği, Doğu Türkistan’da yaşanan Çin zulmüne ses çıkarmaz, Arakan’da yaşananları görmez, İsrail’in Filistin’e yaptıklarını duymaz, Suriye’nin ve Irak’ın parçalamasına sessiz kalır. Libya ve Tunus’ta yaşananları umursamaz, Afganistan’ı seyreder.
Afrika’da ki Müslüman ülkelerden kaç tanesi huzur içinde, kaç tanesi refah içerisinde?
Arap baharı, Ortaçağ Avrupa’sının günümüz versiyonu gibi…
Devletler yok, sınırlar yok, kardeş kardeşe düşman edilmiş, herkes kendi bölgesinde bağımsızlığını ilan etmiş kıyasıya savaşıyor.
Bu dönemin kavimler göçünün planlı ve programlı bir şekilde kime uygulandığı belli…
Türkiye ise; O göçün tam ortasında kalan, kafası bir hayli karışan, yerinden yurdundan edilenlere kucak açan mıyım, yoksa vatanıma göz dikenlerin oyunuyla karşı karşıya mıyım diye düşünüp kalan bir ülke!
*****
Her devrin kendine göre bir kıyameti var. Bu dönemin kıyameti de zorbalık, vahşet, yağma ve talan! İlk çağdan, orta çağdan farkı silahlar, entrikalar, ayak oyunları, kirli ve kanlı tezgahlar!
Kendilerini dünyanın yer altı ve yer üstü zenginliklerinin sahibi olarak görenler, güç ve kudretleriyle o zenginliklerin başına çöküyor, o coğrafyalarda yaşayanları da tutup kolundan savuruyor.
Dünyayı rahat ve huzur içerisinde yaşanır bir yer haline getirmek yerine, dünyanın hakimi olmayı, dünyanın tamamına sahip olmayı düşleyenlerin doymak bilmeyen, acımasız, vicdansız davranışlarıyla karşı karşıyayız.
Dünyamız bölüşmeyi ve paylaşmayı sevmiyor., istemiyor, kabullenmiyor. Her ne varsa bende olsun, benim olsun diyen süper güçler, sınırları değiştiriyor, devletleri yok ediyor, kıtaları ve coğrafyaları kana buluyorlar.
Benden başka rahat, benden başka huzurlu ülke ve güç kalmasın gibi karşı konulmaz bir ego dünyayı yönetme ve elinde tutma merakında… Bu meraktan hiç vazgeçmedi insanoğlu…
Tarihin her döneminde, sömürgeciler, işgal ettikleri, ellerinden bulundurdukları coğrafyaları yağmaladılar! Milyonlarca insanın kanına girdiler. Ne gözleri doydu, ne de hırsları dindi.
*****
Dünya, ne Roma’ya…Ne İspanya’ya…Ne Almanya’ya…Ne topraklarında güneş batmayan ülke diye anlatılan İngiltere’ye yâr olmadı!
Bu dünya İsrail’e de kalmaz, Amerika’ya da, Rusya’ya da, Çin’e de…
Dün altın arıyorlardı…Bugün başta petrol olmak üzere, o coğrafyaların bütün zenginliğini istiyorlar. İnsanlarını da, nereye sığınırsa sığınsın dercesine yerlerinden ve yurtlarından ediyorlar.
Dünyamızın bugün ki medeniyet yaklaşımı böyle bir şey…
Dünyanın yarısı sığınmacı…Bir zamanlar yaşadıkları coğrafyalar ise sömürge…
En çokta İslam ülkeleri ve Müslümanlar…
Adına ister sığınmacı deyin, ister mülteci, ister göçmen…Hepsi vatanlarından edilmiş, yaşadıkları coğrafyadan baskılar, işgaller ve insanlık dışı muamelelerden sonra ayrılmak zorunda bırakılmış insanlar.
Tarih sığınmacıların dramını yazıyor lakin okuyan yok, aldıran yok, işine gelen yok!
Dünyanın en ünlü futbol takımlarını milyar dolarlara, sterlinlere satın alan İslam ülkeleri var. Afrika’da açlıktan kırılan İslam ülkeleri de…Böyle tezat olmaz olsun!
*****
Afrika ve Ortadoğu sömürgecilerin cirit attığı, yerüstü ve yer altı zenginliklerine göz dikenlerin, bölüştüğü, paylaştığı en gözde coğrafyalar olmaları dışında, savaşların çıkarıldığı, insanların o coğrafyalardan gitmeye zorlandığı, hayat ve ölüm arasında bir tercihle yüz yüze bırakıldığı yılları yaşıyor.
Bir araya gelemeyen, sömürgecilerin gölgesi altında yaşamaya mecbur bırakılan, aralarındaki dostluk ve kardeşlik bağları koparılan, birbirine hasım edilen İslam ülkeleri, kendi başlarına karar verebilecekleri durumda değiller.
Kuzey Afrika ne oldu? Tunus, Fas, Cezayir, Libya, Mısır hangisinde huzur var? Irak, Suriye paramparça! Çin zulmü altında inim inim inleyen Doğu Türkistan, yıllardır imdat bekliyor!
Milyonlarca sığınmacıyı kabul eden Türkiye, bu ağırlığı daha ne kadar kaldırabilir?