Başına takılı taçtır Erciyes,
Güzeller güzeli ilim Kayseri
Cana candır Tekir’in de tek nefes,
Tarifine dönmez dilim Kayseri.
Recep Çalkaner, Kayseri şiirinin bir dörtlüğünde, ne de güzel özetlemiş şehri.
Kayseri’nin iki sembolü Mimar Sinan ve Erciyes vurgusuyla bir de Arif Nihat Asya’dan dinleyelim.
Dağ parçası kubbeler ufaktan iriden,
Gel haşmeti gör yandan, ileriden geriden,
Bir mucize devrinde Sinan, Erciyes’i,
İstanbul’a dikmiş getirip Kayseri’den.
Bu yazıma başlarken çok duyguluyum. Bu duyguyu doğuran birçok sebep var. Özellikle gençlik yıllarımın geçtiği şehirde 14 evladımızın şehit olması beni çok etkiledi. Konya gibi huzur, Hz. Pir’in hocası Kadı Burhaneddin Hz.’nin şehri Kayserimize yapılanı kabullenemiyorum.
Kayseri’ye oldukça yakın ancak ilimiz Yozgat’a daha uzak bir köyde doğdum. İlkokulu bitirdikten sonra babam tahsilime Kayseri’de devam etmemi istedi. Böylece köyümden 12 yaşımda ayrıldım.
50 sene evvel Kayseri’ye en sağlam ve tek bağlantımız köyümün de sınırları içerisinden geçen Devlet demiryolu idi. Köyüme 3 km uzakta olan istasyondan geçen demiryolu Yozgat, Nevşehir sınırını çizer, devamında Kayseri sınırları içine girerdi. Bu istasyondan Nevşehir köylerinden yolcular da binerdi.
Ortaokula başladığım yıllarda Kayseri’nin nüfusu 190 bin kadardı. Arnavut kaldırımı sokaklarda, lastik tekerli faytonları çeken atların nal seslerini dinleyerek giderdik okula. O yaşlarda şehirlilerin çocuklarıyla arkadaş olmak çok zordu. Şehirliler Kayseri dışından veya başka illerden gelen çocukları “köylü” kabul ederdi ve pek yanlarına almazdı. Biz de aldırmazdık ancak sonraları çok kaynaştık.
O zamanlarda aralıklı ve cansız yanan sokak lambaları altında mahalle arkadaşlarımızla sohbet eder, laf olsun diye bazen de ders çalışırdık. Hele de fazladan 25 kuruşunuz var, Kıranardı marka gazoz almış iseniz deme gitsin. Bitmesin diye şişeyi ağzımıza götürür, dilimize değdirir, geri çekerdik.
Hafta sonları top oynamaya giderdik. Şehirde top oynama yerleri olmadığı için şehir dışında düzgün toprak arazilerde taştan kalelere gol atardık. Top veya spor ayakkabısı da ne ki? Naylondan yapılmış, kilitli ayakkabılarla veya eskimiş iskarpinler ile topa vururduk. Maçlar mahalleler arası olduğu için mahalle kavgalarımız olurdu. Şehirliler pek kavgacı olmadığı için kavgada köylüler öne çıkardı. Ben her zaman sakin ve uzlaşmacı halimle kavgaya karışmaktan ziyade genelde barıştırıcı olurdum.
Top oynadığımız yerlerden biri de Talas yolu üzerinde Kartal dediğimiz mevki de bulunan Erkek Sanat Enstitüsünün yarı toprak, yarı tabii otlu olan tahta kaleli sahası idi. Aynı yerde abilerimizden zaman kalırsa iki direk arasına file yerine ip çekilmiş sahada voleybol de oynardık.
Cumartesi günü kalleşlerin çocuklarımızı şehit ettiği yere oldukça yakın olan bu alanda çokça gençlik hatıralarımız var. Olaydan hemen sonra Kayseri’de yaşayan ortaokul arkadaşımı aradım. Koca adam hüngür hüngür ağlıyordu ve “kardeşim, huzurumuzu bozmak ve Zincidere Komando Tugayına mesaj vermek için Kayseri’yi seçtiler ama biz yeniden bir olduk-diri olduk” diyordu.
Rabbim birliğimizi ve dirliğimizi bozmasın.
Şehitlerimize rahmet dileklerimizle, kalın sağlıcakla.