Osmanlılar döneminde padişah yılın belirli ay veya her hangi bir gününde atına bine tebdili kıyafet giyer vezirini de yanına alır saraydan uzakta halkın içine iner tabasının yani idaresi altındaki insanların yaşamlarını çalışmalarını yerinde inceleme fırsatı bulur onlarla bir vatandaş gibi hasbihal edermiş. İşte o imparatorluk bunlarda dolayı sanırım 600 yıl ayakta kalabilmiş.
Şimdi gelelim günümüze.
Acaba hiç duyulmuşu görülmüşü var mı? Hangi Cumhurbaşkanı? Hangi Başbakan eşi ile veya yalnız ya da birkaç arkadaşı ile bir köyde bir kasabada veya bir şehirde fakir zengin bir aileye gitmiş mi? onların hal hatırını sormuş mu onların ahvalinden haber edinmiş mi?
Yok, efendim şimdikiler şan şöhret ve popülizmle varacakları yere varırlar arkalarında yüzlerce araç konvoyu binlerce yağcı insan geleceğini en az bir bir buçuk ay evvel bellidir. Onun geleceği il veya ilçelerde yapay ve suni güzellikler oluşturulur görkemli törenler merasimler atmasyon konuşmalar. Yani hepsi de ipten okka b… tan terazi böyle yalan dolanla gelip geçiyoruz. Bu işlere eski tabirle her iki taraf adına da riyakârlık denir. Ohh ne ala 5 yıldızlı otellerde yatarlarken lüks restoranlarda balık havyar yerler kırmızı şarap veya diğer çeşitli güzel dedikleri içkilerden içerlerken işte böyle idarecilerin böyle riyakâr ve yağcı farfaracı yandaşları olur vesselam. İşte size eskilerden bir padişah örneği
Eskiden padişahlar devlet idaresi için öyle bir eğitim alıyorlarmış ki ülkesine karşı ve ülkesindeki tabalarına karşı ve o insanlara nasıl ulaşacağını ne yaptıklarını nasıl geçindiklerini zorluklarını acılarını neşelerini nerde ve ne zaman onları devlet nizamı adına imtihan edeceğini kimseler bilemezmiş. Bir bakmışınız aniden bir kararla kıyafet değiştirip hemen en ücra köşedeki tabasına çiftçisine esnafına yolcusuna çobanına habersiz tebdili kıyafetle ulaşıp hasbihal ediveriyormuş. Bu günümüzün idarecileri gibi on beş gün evvelinde geleceğini haber verip te işi şaşaaya dökerek riyakâr hazırlıklar yapılmasına karaların ak gösterilmesine imkân vermezlermiş. Şimdi maalesef gelen amir memur idareci haberli geliyor. Karşılayan günlerce hazırlanıp büyük bir debdebe ile karşılıyor suni görüntüler ile işimizi yalanla dolanla göz boyama ile geçirip gidiyoruz. İşte eskilerden bir örnek verelim bu hikâyemizde.
Uyanık akıllı bilgili ve leb demeden leblebiyi biliveren tabasına idaresi altındaki insanlara çok düşkün onlarla hasbi hal etmeyi çok seven Padişahın biri bir gün yanına vezirini de alarak atlarına binmişler köylerde beldelerde dağ başlarında tarlalarda gezmeye başlarlar.
Halkının ahvalini görmek onlarla sohbet etmek için yola çıkmışlar gezip dolaşmışlar nihayet bir ikindi vakti tarlasında öküzleri ile çift sürüp ekin ekmekte olan bir ihtiyar adamın yanına varmışlar.
Atlarından inip atları bir ağaca bağlamışlar. Padişah bir köylü veya misafir edasıyla ihtiyar çiftçiye “Selamün aleyküm ey çiftçilerin piri” demiş. İhtiyar çiftçi de gelenin kim olduğunu sorup bilmeden “Ve Aleykümüsselam dünyanın bir tek gülü” diye mukabelede bulunmuş. Padişah, “Ey piri fani bu yaşta ne çalışırsın, gelmiş neslin hep tarla mıydı?” deyince, çiftçi “Evet evlat doğru bildiniz gelen neslim hep tarla geldi onları da başkaları ekip dikiyor. Ehh ne yapalım Allah’ın verdiğine şükür onun emri karşısında boynumuz kıldan incedir” demiş. Ve devam etmiş, “Sorma şimdi benim tasamı dünya bir imtihan yeridir çalışıp da yemek içmek, 8 günlük ömre de 9 günlük nafaka gerekir” demiş. Padişah tekrar sormuş, “Ey ihtiyar acaba ikiliyle nasılsın?” İhtiyar, “Eh üçlüyle idare ediyorum gayri” demiş. Bu sualde padişah bacaklarının durumu dizlerinin durumu nasıl demek istiyormuş. Adam da üçlü ile idare ediyorum yani baston kullanıyorum, dizlerim tutmuyor demek istemiş. Padişah yine “Ey emmi uzaklardan ne haber?” deyince çiftçi, “Ey oğul ben artık uzağı ne yapayım yakınlar bana yeter demiş. Padişah burada yani gözlerinin durumu nasıl uzağı görebiliyor musun? Demiş ihtiyarda ey oğul uzağı ne yapacağım benim işim yakın ile onda da önümü zor şer seçebiliyorum” demiş. Padişah bu kez, “Ey amca değirmen nasıl öğütüyor mu?” deyince, “Ey oğul onu heççç sorma gayrı onun da bendini sel götürdü” demiş. Yani padişah ağzındaki dişleri soruyormuş ihtiyar o da yok oğlum onlar da çoktan döküldü yerine bendini sel götürdü demiş. İhtiyarla padişah arasındaki konuşmalar o kadar şifreli imiş ki bu konuşmalara yanı başlarında olanları dinleyen ve konuşmalara şahit olan ama pek de üzerin de durmayan sözlerle hiç ilgilenmeyen vezirine Padişah Efendi fena kızar ama pek belli etmez ve son olarak ihtiyara döner. “Ey amca sana şöyle tüylüce bir kaz göndersem yolar mısın?” der.
İhtiyar, “Oh be akıllı oğul bunu da bana sorar mısın? Gönder kazı sen. Ben de onu soyuvereyim hem de hiç cıyaklatmadan (kazı fazla öttürmeden)” diye cevap verir.
Sohbet bitmiş çiftçinin yanından vezirle padişah ayrılırlar saraya gelirler. Vezirine için için çok kızan padişah gülerek vezirine döner. “Ey vezirim biz oradaki tarlada ihtiyar çiftçi ile neler konuştuk not ettin mi?” der vezirde, bilmiyorum devletlûm not falan etmedim der.
Padişah, hiddetle vezire, “Tiz vakit geçirmeden git bunların cevabını o ihtiyardan öğren bana gel eğer öğrenemezsen saraya uğrama. Sen kendine bir iş bul ben de kendime bir vezir bulayım” der. Bu azarlamalı sözleri işiten vezir hemen anında atına atladığı gibi yıldırım hızıyla o ihtiyarın çift sürdüğü tarlanın yolunu tutar ve Allah’tan çiftçi daha evine gitmemiş onu tarlada yakalar. Ve biraz kısa selam faslından sonra başlar ihtiyarı soru yağmuruna tutmaya. Amca biraz evvel buraya bir Padişah geldi. Sana bir şeyler sordu sende sanırım ilginç cevaplar verdin bana bu aranızda geçen konuşmaları ve neler dediğinizi özetler misin deyince. İhtiyar dede kafasını yukarı doğru kaldırır ve ııhhh der.
Ben padişah falan görmedim oğul der. Vezir ısrarla yahu amca ne olur kulun kurbanın olayın yapma azami bir veya iki saat kadar önce şurada konuştuğun adamı nasıl hatırlamazsın. Atlarımızı şu ağca bağladık ve seninle biraz konuştuk ya. İşte o konuştuğun padişahtı diye adama izaha çalışır ama adamın ağzından bir türlü bir kelam laf alamaz. Çiftçi çok inatçıdır ve vurdumduymaz gailesiz hareket eder, Nuh der peygamber demez. Ve hemen vezirin aklına para gelir. Adama bir kese altın uzatır. Adam birazcık bir şeyler hatırlar gibi konuşur yine sözü keser. Vezir adama bir kese daha altın uzatır. Adam bir iki kelime konuşur yine keser derken adam susar vezir para verir adam susar vezir para verir derken vezire bu iş tam beş kese altına mal olur ve adamdan bütün bilgileri alır. Alır da sonu ne olur acaba kaz kim ördek kim kaz cıyaklamadan nasıl yolunur.
Bakalım bundan sonrasını ozan İsmail bu hikâyeyi nasıl özetlemiş şiirden dinleyelim.
Padişah efendi bir gün uyanıverirde erkenden
Veziri ile beraber hazırlanmış atlarına binerken
Şöyle bir çıkalım der belde ve köyleri gezmeye
Ne var ne yok tabamızın ahvalini görmeye
Gezerler dolaşırlar giderler kırlara ve köye
Bir ikindi vaktinde rastlarlar tarladaki çiftçiye
Adam bu ihtiyar halinde öküzlerle çift sürüyor
Piri fani olmuş amma halada baya iş görüyor
Yanına varıp durmuşlar bağlamışlar atları
Soruvermişler çiftçi amcanın halini hatırını
Çiftçi der buraları kuş uçmaz kervan geçmez
Bu dağın başlarına böyle ağa takımı gelmez
Padişah, Selamün aleyküm der ey çiftçilerin piri
Çiftçi aleykümsselâm der dünyanın bir tek gülü
Diyerek ihtiyar gelenlerin yüzüne şöyle bakmış
Padişahta çiftçiye karşı sözlerini yumuşatmış
Bu yaşa gelmişsinde hala çalışırsın demek
Ne yapayım ey yolcu ele muhtaç olmamak gerek
Çalışmazsan aç kalırsın gün birdir öğün üçtür
Sonunda naçar kalıpta ele avuç açmak güçtür
Sekiz günlük ömür e dokuz günlük nafaka gerek
Tembellik kötü şeydir yatamam ki yorgan döşek
Neden böyle tek kaldın neslin hep tarlamıydı
O tarafı hiç sorma evlat açma şu derin yaramı
Tekrar sorar padişah amca ikili ile nasılsın?
Çiftçi ona derki, üçlüyle idare ediyoruz bakalım
Sorar yine padişah ey amca uzaklardan ne haber
Uzakları ne yapayım evlat artık yakınım bana yeter
Padişahta soru çok amca değirmen öğütür mü?
Onları hiç sorma oğul der bendini sel götürdü
Vezir konuşulanları dinler lakin bir şey anlamaz
Benimle ilgili değil diye lafa pek kulak asmaz
Padişah ihtiyara derki, sana kaz göndersem yolar mısın?
Gönder be oğul hem de, cıyaklatmadan bunu da sorar mısın?
Ayrılırlar çiftçiden de varırlar artık saraya
Padişah ile veziri hemen gelirler bir araya
Vezirine sorar hünkâr o çiftçiyle biz ne konuştuk
Vezir anlamadım padişahım biz bir hatamı yaptık
Beli der padişah efendi hatanın büyüğü sende
Git sor piri faniye de bir şeyler öğren sayemde
Bu soruların cevabını hemen çabuk bana bul
Çözemezsen konuşulanları vezirlikten azil ol
Hemen vezir atlar atına zaman kayıp etmeden
Çiftçiyi tarlada yakalar daha evine gitmeden
Vezir çiftçiye amca sana padişah bir şeyler sordu
Aranızda geçen o konuşmalarda acaba neler oldu
Bana soru soran şahıs Padişah mıydı pek bilinmez
Bizim konuştuklarımızda seni hiç ilgilendirmez
Deyince vezir efendi açar kesenin ağzını
İhtiyara uzatır cebinden tam beş kese altını
Eh şimdi gel de seninle biraz sohbet edelim
O padişah sende vezirsin öylemi söylesene bilelim
Bana selam verdi o padişah çiftçilerin piri dedi
Belli ki bilge bir kişiydi beni âdem atamıza benzetti
Bende onu şöyle bir devlet adamına benzettim
Selamını alarak dünyanın bir tek gülü deyiverdim
O sordu bana gelen neslin hep kız mıydı?
Bu ihtiyar çağında çalışmak revamıydı
Tekrar sordu ey amca ikili ile aran nasıl
Dizlerimi soruyordu bastondu üçlü asıl
Sordu tekrar o şahıs uzaklardan ne haber
Dedim ki uzağı göremem yakınım bana yeter
Çok akıllı kişiydi şifreli soru soruyordu
Padişahlık kolay değil çok şeyler biliyordu
Sorunun birinde dedi ki değirmen öğütür mü?
Cevap ağzımda dişim yok ki bendini sel götürdü
O bana bunları sordukça birisi aptalca bakıyordu
Bu sihirli konuşulanları aklınca alaya alıyordu
Padişahmış bana dedi ki kaz göndersem yolar mısın?
Gönder tüylüce bir kaz evlat dedim onu da sorar mısın?
Bak göndermiş hemen kazı sağ olsun daha sabahlatmadan
Bende zahmetsizce soydum tüyünü hem de cıyaklatmadan
Aman evlat dikkat et sakın haa o kaz kim diye sorma
Daha yeni cebime girdi baksana beş kese altın torba
Ozan İsmail der ki bırak da kaz kendi gelsin
Başkasını hor görenler biraz haddini bilsin
Emeksiz kazanırsan tüylerini çabuk yolarlar
Ukalalık sahtekârlık yaparsan vazifeden kovarlar
3 Ekim 2004-İsmail Detseli