Bismillâhirrahmânirrahim.
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bizleri Müslüman aileden dünyaya getirdi. Dünyada yaşayan sonradan Müslüman olan insanlar gibi dini sonradan bulup kabul etmedik. Din bize sorulmadan verildi. Bu şükrü gerçekten çok zor bir durum, gözlemlediğimizde İslam’ı sonradan kabul eden kişilerin dine olan bakışı ve yaşayışı bizlerden çok farklı..
Bizlerin durumunu açıklamada en güzel örnek sudaki balığın misalidir. Suda dünyaya gelmiş yaşam alanı olarak suyu bilen balık, yaşam alanından ayrılmadığı sürece nasıl bir nimetin içerisinde olduğunu anlayamaz. Balığı sudan çıkardığımızda nimetin farkına varır ve fakat farkına vardığı nimete dönüşü kendi elinde değildir.
Ailesinden Müslümanlığı kabul etmiş insanlar olarak Rabbimizin bahşettiği İslam nimetinin farkında değiliz. Farkında olduğunu iddia eden kardeşlerimizde vardır ve bu doğrultuda bir hayat yaşıyor olabilirler.
Yaşadığımız hayat, nimetin farkında olup olmadığımızın kanıtıdır. Bizler Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin emir ve yasaklarını “bu Rabbimin emridir veya bu Rabbimin yasakladığıdır” diye değil de ailemizden ve arkadaş ortamımızdan gördüğümüz kadar uyguluyoruz.
Rabbimizin verdiği emirler sanki geçmişten bugüne yapılan adetler gibi bir hal aldı. Bu meseleyi şöyle açıklamaya çalışayım; Allah Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır; “(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.”(Ankebût Suresi 45. Ayet)
Kendimize şu soruyu sormaktan kaçınmayalım; namaz kılan bir insan olduğum halde fena ve çirkin işler yapmaktan neden kaçınmıyorum? İnsan olarak bizler kötülüklerden nefsimizi alıkoyamıyoruz, Allah Teâlâ Hazretleri bizlere bu ayette namazın kılındığı vakitte çirkinliklerden alıkoyacağını vaad ediyor. Allah Teâlâ Hazretlerinin vaadinde şüphe yoktur. Kıldığımız namaz Rabbimizin emri mi? Ailemizden geçmişten gelen bir adet mi?
Bir yasak üzerinden de bir değerlendirme yaparak yazıma son vereyim. Allah Teâlâ Hazretleri bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurmakta; “Faiz yiyenler, kıyâmet günü kabirlerinden, başka türlü değil, ancak şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, “Alış-veriş de tıpkı faiz gibidir” demeleridir. Hâlbuki Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten vazgeçerse, önceden aldıkları kendisine aittir. Artık onun hakkındaki kararı Allah verecektir. Kim de yeniden faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemin yoldaşlarıdır ve orada ebedî kalacaklardır.”( Bakara Sûresi 275. Ayet)
Rabbimizin bize yasakladığı faiz belası ortadayken bizleri bankalara mahkûm eden, hocaların peşinde fetva fetva diye dolaştıran nasıl bir iman? Bu çirkin eyleme tek hüküm sahibi olduğuna inandığımız Rabbimize rağmen neden bulaşıyoruz? Faiz girdabında boğulmamız, yasağın gönlümüzde tesirinin olmamasından mı? Yoksa kendilerinden Müslümanlığı aldığımız ailemizin ve çevremizin bu yasağa aldırış etmemesinden mi?
Dini ve kendimizi biraz da böyle sorgulayalım. Cevaplar can acıtıyorsa doğru yolda değiliz…