Geçen asır slogan asrıydı, başımıza olmadık belalar geldi. Hala ders almadık. İnancımızı, fikirlerimizi sloganlara döktük, tarif edemediğimiz kalıplara soktuk, sloganlarla yaşadık, sloganlarla öldük.
Sloganların, nasıl kurşun olup namlulara sürüldüğünü hepimiz gördük… Ayetlerden vazgeçenler sloganlardan vazgeçmedi. Ezanda kulağı, namazda gözü olmayanların ağzından “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Ya Allah, bismillah, Allahüekber” nidaları döküldü.
Cebinden kuruş çıkarmadan yardım kampanyalarını eleştirenler, sabah namazına alarm bile kurmadan “kaza ederiz abi” rahatlığında dini esnetenler oldu… Hayatı boyunca öğrenci evinde sorumluluk almamış olan İslam Devleti tasavvurcularıyla karşılaştık… Gençliğe slogan üreten entelektüeller, filozoflar, İslamcı teorisyenler dinledik…
Toplum olarak sloganlarla konuşmayı, tartışmayı tercih ettik. İhtimallere, “kesin böyle olacak” diyerek başladığımız zaman, tartışmanın zemini kalıplaşmış fikirlere yani sloganlara kaydı. Bu durumda karşı tarafı hiç dinlemedik. Bir hastalığa tutulduk. Siyasetçisinden entelektüellerine, herkeste görülen bir maraza yakalandık… Siyah beyaz tartıştık her olayda, ama başka tonlara yer vermedik... Biteviye kelimeler ezberledik, düşünme külfetinden kurtulduk…
Bugün de aynı yanlışları tekrar ediyoruz. Biri çıkıyor; kadınlığını unutarak, naifliğini unutarak meydana heyecan veriyor: “Biz sırtımızı YPJ’ye, YPG’ye ve PYD’ye yaslıyoruz, bunu söylemekte ve savunmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Sırtımızı kime yasladığımızı söylüyoruz, bundan sonra da yasamaya devam edeceğiz” diye kükrüyor.
Bir başkası, “PKK, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu güller bahçesine çevirmek için ortaya çıkmış barış ve halk hareketi” diyor, ardından da tehditle bitiriyor cümlesini: “PKK’nın öyle bir gücü var ki sizi tükürüğüyle boğar.”
Sloganlarla düşünüp mermilerle konuşan en ufak bir girintisi çıkıntısı olmayan adamlar türedi… Akıl tutulması yaşayan, basireti bağlanan, iz’anı kapanan… Artık ne derseniz…
Düşünce mekanizmaları dumura uğramış, ideolojik hayatiyetini devam ettirebilmek için bir başkasının sloganına muhtaç olanlardan ne beklenebilir ki? Böyle canlılardan müteşekkil bir toplumun kendisine, mensubu olduğu millete ve insanlık alemine bir mesaj ulaştırabileceğini söylemek mümkün mü?
4 buçuk milyon kilometrekarelik bir medeniyetten süzüle süzüle, çekile çekile, tüm cephelerde yenile yenile geldiğimiz topraklarda “ufuk daralması” mı dersiniz, “vizyon küçülmesi” mi dersiniz, kendi içimize kapandığımız, anlamsız korkulara ve güvensizlik haline sürüklendiğimiz bir ruh hali...
İnancın yerine sloganları koyduktan sonra oldu ne olduysa… “On yılda onbeş milyon genç yarattık”tan sonra, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” dediler. Etrafımızı çelik zırhlarla örsek de, belalar başımızdan hiç gitmedi… “Sünni” ne kadar bu ülkenin sahibiyse “Alevi” de sahibiydi. Ülkenin ne kadarı Türkünse, o kadarı da Kürdündü, ama çabucak unutuverdik.
Fena mı olurdu daha az konuşsaydık, daha çok okusaydık ve o kahrolası sloganları yutuverseydik. Bir konudan bahsederken delil getirdiğimiz “ayet mi, hadis mi tam bilmediğimiz” ve “metnini bir türlü tam hatırlayamadığımız” kutlu sözlerin izini sürseydik. Olmadı…
Herkes, okumadan konuşarak, düşünmeden slogan atarak “kurtarmaya” kalkıyor… Tam “kurtulduk” derken, “kurtuluş” sloganlarıyla başımıza gelmeye çalışan başkaları, başımıza gelseler kökümüzü kurutuyorlar… Kelimenin gerçek anlamıyla dökülen gecekondularını allayıp pullayıp köşk diye yutturuyorlar bize. Sonra, daha önce yaptıkları gibi harabelerini restore etme işini bize havale ediyorlar…
Öyle olmayacak ama…
Bir daha, dün, önceki gün, yıllar önce, geçen asırda yaşadıklarımızı yaşamayacağız. Bize “kurtuluş” diye ikram ettikleri zehirli içeceğin sarhoşluğundan kurtulmanın sevincini yaşadık. Bir daha sahte mutluluk vaadlerine kanmayacağız… Bu inanç yeter bize…