Moğol tehlikesinin ayak sesleri uzaktan duyulması üzerine daha güvenli belde ve ülke bulmak için Belh’den hicret yolculuğuna çıkan Sultanül Ulema Bahaeddîn Veled, Sultan Alâeddîn Keykubâd’ın dâvetine icabet ederek Lârende üzerinden Konya’ya ulaşınca; Muhammed Celâleddin, henüz çocuktu.
***
30 Eylül 1207’de doğan ve 17 Aralık 1273 tarihinde, yâni “Düğün Gecesi” olarak nitelendirdiği bir günde Sonsuzluğun Sahibi’ne doğru kanat çırpan Mevlâna Celâleddin Rûmî’nin babası Sulat-ül Ulemâ, 1231 yılında ölünce, şehrin dışında ve At Pazarı “Sultan Bağı” denilen ve gül bahçesi denilen şimdiki Mevlânâ Külliyesi’ne gömülmüştü. Molla Hünkâr vefat edince mimar Bedreddin Tebrizî tarafından bir türbe inşâ edilmişti. Böylece Konya suru dışında yeni bir iskân alanı oluşmuştu. Bu zamanla “Meram’da Bağ, Türbe önünde ev” deyişini yaygınlaştıracak ve türbenin kutsallığından kaynaklı cazibesinden dolayı zamanla etrafında anıt eserler ve meskenler inşâ edilecekti. Günümüzde Mevlânâ Dergâhı civarında ne anıt eser kaldı ne de o eski Mevlevî dervişlerinin ikâmet ettiği Konya ev ve konakları…
1950’lerde Mevlânâ Külliyesi civarında başlatılan meydan açma ve yol genişletme çalışması “şehri yok etme” çalışmasına dönüşünce; külliyenin bir zamanlar sahip olduğu “şehir merkezi” niteliği de zedelenerek ortadan kalkmıştı. Dergâhın yanından geçirilen tramvay bu bölgenin cazibesini tamamen ortadan kaldırırken “yayalara açma” düşüncesinin de sonunun geldiğinin habercisi olmuştu. Alâeddin Caddesi’nden Mevlânâ Dergâhı’na kadar olan yerde yapılması düşünülen Mevlâna Kültür Vâdisi hayali de böylece bitmiş oldu.
***
Hz. Pîr’in Düğün Gecesi’nde, Belh’ten başlamak kaydıyla bütün bir Türk-İslâm coğrafyası, Moğollar’dan daha beter bir istilâya (işgale) uğramış durumda. Batı uygarlığının kan kusan silahlarıyla Müslümanın Müslümana kırdırıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz.
İslâm Dünyası açısından Düğün Gecesi, kâbus gecesine dönüşmüş durumda. Müslümanın taşıması gereken izzet, ismet, şeref ve haysiyet gibi değerler ve kavramların içi boşalmış/boşaltılmış durumda.
Selçuklu’nun Payitahtı’nı Moğol zulmünden koruyan Hz. Mevlâna’lar ve Hatıp’lı Mehmet’ler günümüzde yetişmiyor artık.
Konya’da Düğün Gecesi, Halep’te zulüm gecesine dönüşürken ben Şeb-i Arûs’u nasıl kutlayayım…
Arakan’da Müslüman kardeşlerimiz canlı canlı yakılırken, Doğu Türkistan’da Uygur kardeşlerime her türlü zulüm reva görülürken ben, Konya’da Düğün Gecesi’ni nasıl kutlayayım…
Allah bizi affet! Bize, akılla birlikte hakiki imanı lütfet!
MEVLÂNA’YA GÖRE İYİ VE KÖTÜ KİŞİLER
“Birbirine zıd olan her iki taraf sûretinin, şeklinin birbirine benzemesi câizdir. Acı suyun da, tatlı suyun da berraklığı, duruluğu vardır.
Şunu iyi bil ki, tatlı suyu, acı sudan ayırt edecek kişi, ancak zevk sahibi olan, onları tadabilen kişidir.
İnanan kişi, işlerini Allah emretti diye yapar. İnanmayan ise, mücadele ve gösteriş olsun diye yapar. Böyle inatçı kişilerin başlarına toprak saç.
O münâfık, gerçek mü’minle beraber namaza gelirse de, onun gelişi ibâdet için değil gösteriş içindir.
İnanan kişi ile münâfık, her ikisi bir oyun başında iseler de, kendi inançlarına göre aynı işi yapıyorlarsa da, onlar birbirinden çok uzaktadırlar. Birisi Merv şehrinde, öteki Rey şehrindedir.
Onların her biri kendi makamına gider. Her biri kendi adına yaşar, kendi adına uygun olarak yürür.
Şu da bir gerçektir ki; kötü kişinin övülmesinden Arş titrer. Allah’tan korkan muttakî kişi de kötü meth edilince, meth eden kişi hakkında fenâ bir zanna kapılır.
Kalp altını da, hâlis altını da mihenk taşına vurmayınca ayarını anlayamazsın.
Allah, her kimin rûhuna, iyiyi kötüden ayırma kâbiliyeti vermişse, o kimse gerçek imanı, şüpheden ayırabilir.
Fakat hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar. Rûhu doğruluktan ayırır.
Kendini beğenme, başkasını çekememe duygusu gelince, garazın gönüle çektiği yüzlerce perde gönülden akar, gelir, göz önüne gerilir.” (Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî Tercümesi, İstanbul-1997, c. 1-2, s. 31, beyit 275-333)
AZİZİM DİYOR Kİ…
İnsanlığın öldüğü, uluslararası hukukun bittiği yer olan Halep’te, bugün Düğün Gecesi’ni kutlayamayan Halep’li kardeşime ben ne diyeceğim, bilemiyorum.
Düğün Gecesi’nde onların gözyaşlarını silecek bir mendil dahi uzatamamanın utancını yaşıyorum.
Gözyaşlarımın rahmete dönüşmesi için yürekten yaptığım dualarımla ancak gönül yaralarını sarmaya çalışıyorum. Allah indinde bir değerim olsun diye.
Allah’ım! “Zâlimler için yaşasın cehennem” diyorum.