Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kıskanç ve haset insanların yaşadığı bir şehir varmış. Hani öyle böyle değil derler ya. Kıskançlık konusunda hiçbir şehir bu şehrin eline su dökemezmiş. Bu şehrin ya mayasında ya toprağında var bu kıskançlık derlermiş. Şehre sonradan gelip yerleşenlerde kıskançlık denen bu illete yakalanırmış. Kıskançlık onları da sarıp sarmalarmış.
Şehre kim geldiyse bu illetten kurtulamazmış. Memleketin Sultanı bu şehri bu illetten tez kurtarın diye ferman çıkarmış. Baktınız olmuyor. Her aileyi dağ başında bir yerlere götürün bırakın. O şehri temiz kıskanç olmayan, hasetlikle fesatlıkla alakası olmayan insanlarla doldurun. Baktınız olmuyor, yıkın o şehri, harabesinin üzerine bu şehri bu hale kıskançlık getirdi diye de yazın demiş.
Şehirdekiler yine de kıskançlıktan vazgeçmemişler. Ahali, bu şehrin havasından ya da suyundan buraya Sultan gelse yeminle o da kıskancın biri olur çıkar diyorlarmış.
Kıskançlık öyle bir hal almış ki, kıskançlar ya kalpten ölüyorlarmış ya da birbirlerini öldürüyorlarmış.
Şehre Sultanın özel gönderdiği biri gelmiş ahaliyi şehrin meydanına toplamış. Ey kıskanç şehrin kıskanç ahalisi demiş. Size üç gün. Ya bu huylarınızdan tövbe edeceksiniz, vazgeçecek helalleşeceksiniz, ya da üç son sonra muhafızlarla gelip her bir aileyi ayrı bir dağın başına bırakacağım. Bir daha kimse bu şehre geri dönemeyecek. Huylarınızdan vazgeçmezseniz, neyiniz var neyiniz yok alın yanınıza bu şehirden gidiyorsunuz.
Sultanın özel görevlisi gitmiş. Şehir ilk defa gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalmış. Kimse şehirden gitmek istemiyormuş. Yaşlı bir adam elindeki asaya dayana dayana yüksekçe bir yere çıkmış. Ahali demiş bu şehre bu tohumu ben ektim. Rüzgâr eken fırtına biçermiş derler ya, öyle oldu. Kıskançlığı çok sevdiniz. Herkes herkesi kıskandı. Ana kızını, kız anasını, kardeşler kardeşleri, akrabalar akrabaları, komşular komşuları, zengin zengini, fakir fakiri. Bende körükledim kıskançlık ateşini. Şimdi işin içinden çıkamıyoruz. Bu şehirden gitsem değişecek bir şey yok.
Kendimi surlardan aşağıya atsam da netice değişmeyecek. Ben ağabeyimi kıskandım. Oysa melek gibi biriydi. Dünya malında gözü yoktu. Onun olan her şeyi kıskandım. Evini, dükkanını, arazilerini elinden aldım. Çocuklarını aleyhine kışkırttım. Ağabeyim çekti gitti bu şehirden. Benim yolumdan ilerleyenler bu şehirde zengin oldular. Yalancılık, sahtekarlık bu şehir de el üstünde oldu.
Birçok aç gözlü insanın işine geldi. Yalanla ve iftira ile de birleşince, önünde kimse duramadı. Şehirde ne dürüst kaldı ne temiz insan. Yalancılığı doğruluk zanneden bir şehir olduk, yazık bize yazıklar olsun bize demiş….
Şimdi ben demiş yitip giden ağabeyimin bütün malını mülkünü yeğenlerime geri veriyorum. Yokluk içinde ölüp giden yengemde dilerim beni affeder.
Sizde demiş bunu yapın ve kıskançlığınızı bitirin. Bu şehirde kimse hakkı ile alın teriyle bir şey kazanmadı. Kıskançlıkla, fitne ile, iftira ile en yakınlarınızdan aldıklarınızı geri verin. Bunu yapmadıkça kimse huzur bulamayacak. Ahalinin içinden bir adam. Biz demiş seni örnek aldık. Çok hoşumuza gitti. Çok kolay bir şekilde her şeye sahip olduk niye geri verelim ki…
Kıskanç adam, bu şehrin kıskancı benim demiş. Fitnenin başı da en fesat olanı da. Ne biliyorsanız hepinize ben öğrettim. Hepiniz bizde senin gittiğin yoldan gitmeye hazırız diye gelmediniz mi?
Kıskançların önde gidenleri, biz karar aldık, geri verecek tek bir altınımız yok demişler. Aradan yıllar geçti. Bir aldıysak bin ettik. Onlar ne yaptı, ağlaşıp durdular. Neyimiz var, neyimiz yok alıp gideceğiz.
Kıskançların piri, fermanı iyi okumadınız herhalde demiş. Kimden ne aldınız ne çaldınız, neyi gasp ettiniz olduğu gibi bu şehirde bırakacaksınız. Yüz altını olan yanında bir altın götürecek. Ona göre herkes kendini hazırlasın. Günahsız olanlar, masum olanlar, kıskançlığa bulaşmayanlar bu şehirde kalacaklar. Üç gününüz var. üç günün sonunda her birimiz bu şehirden gideceğiz.
Kıskançlar, şehir demişler şu an elimizde. Kapatalım kapıları. İçeri kimse giremesin. Şu başımıza doğruluk timsali kesilen kıskançların pirini de sallandıralım şehrin giriş kapısına. Şehirde edindiğimiz mal ve mülkü kolayca vermeyeceğimizi Sultanda bilsin, muhafızları da.
O kargaşada kıskançların piri bir anda ortadan kaybolmuş. Onu aramadıkları yer kalmamış. Hiçbir yerde bulamamışlar. Ancak şehrin kapılarını kapatıp, her yere gözcüler dikmişler.
Ve üçüncü gün gelmiş çatmış. Fitne başları, hasetler, fesatlar, kıskançlar şehrin dışından gelecek bir saldırı beklerken, bir de bakmışlar ki, şehrin her tarafı muhafız kaynıyor.
Kim karşı koyduysa, muhafızlar, hepsini ya yakalamışlar ya da çarpışmada ortadan kaldırmışlar. En önde gelenler kıskıvrak yakalanmış. Bütün mallarına el konmuş. Altınları sayılmış. Yüz altından bir altın onlara geri kalan, yıllarca mallarına el koydukları insanlara dağıtılmış.
Kıskançların piri olduğu söylenen adam her şey olup bittikten sonra ortaya çıkmış. Ben demiş bütün bunların ortaya çıkarılması için elimden geleni yaptım. Tek bir şey istiyorum. Huzur içinde ölmek.
Muhafız Başı, bu senin hakkın demiş, sen bu şehirde kalabilirsin. Gasp ettiğin her şeyi üç yeğenine pay ettik. Sen de şu evlerden birinde otur. Ve uslu dur. Gözümüz üzerinde.
Aradan bir sene kadar geçmiş. Şehre memleketin değişik yörelerinden insanlar gelmiş yerleşmiş. Yeğenler amcalarıyla barışmamışlar. Ancak kıskançların pirinin canı sıkılmaya başlamış. Bedestene varıp oturmuş bir dükkâna. Bu şehri en iyi ben bilirim diye başlamış en iyi bildiği işi yapmaya. Aralara nifak sokmuş, şu şunu dedi, bunu dedi, benden duymuş olmayın diyerek esaslı bir giriş yapmış. Tam dükkândan çıkıp gidecekken, bir el omzuna dokunmuş dur bakalım demiş. Hani sen tövbe etmiştin ya… Söz vermiştin ya…İnsanları kışkırtmayacaktın ya…
Kıskançların piri, ben demiş yaşlı başlı bir adamım. Anlattıklarım biraz hikâye, biraz tevatür. Laf ola beri gele babında bir şeyler. Hem ne var ki bu anlattıklarımda…Ne olmuş yani…eninde sonunda olması muhtemel şeyler anlattım nihayetinde…Sende kimsin?
Yabancı adam, ben onu bunu bilmem demiş. Sen sen ol, lafını ölç, tart, biç, düşün süzgeçten geçir öyle söyle. Değilse, her an kellenden olabilirsin. Malum o kelleni çok seversin.
Kıskançların piri, beni tanıyor gibisin demiş amma düşünmüş kalmış. Sakın demiş bu öldü sandığım ağabeyim olmasın. Çıkmış gitmiş şehirden gizli bir mağaraya. Yanına karanlık yüzlü bir adam gelmiş. Beyim demiş rahat ol, uzun yıllar önce ağabeyini kendi ellerimle öldürdüm. Uçurumdan aşağıya attım.
Birkaç gün sonra şehre Sultanın Veziri gelmiş. Çok geçmeden Kıskançların pirine, Vezir Hazretleri seni istiyor demişler. Kıskançların piri o karanlık yüzlü adamıyla birlikte çıkmış Vezirin huzuruna.
Vezir, gel bakalım fitne başı demiş. Duydum ki, eski tezgahını yeniden kurmaya başlamışsın. Kimsenin tanımadığını düşündüğün adamlarında gelmeye başlamış. Anladım ki, senin uslanmaya da akıllanmaya da niyetin yok. Karanlık yüzlü adam, ben demiş ne dediyseniz onu yaptım Vezir Hazretleri, fitne başını size teslim ettim. Vezir sen çık demiş adama, sonra dönmüş kıskançların pirine; seni birine teslim edeceğim. İçeriye öldü sanılan ağabey girmiş. Vezir istediğin gibi kardeşin senindir demiş. Karar senin sen ne dersen onu yapacağım. Sultanım kararı sana bıraktı. Titremeye başlayan adam birde bakmış ki, o adam aynı adam. Kelleni çok seversin diyen adam!
Ondan sonra ne mi olmuş?
Şehir şehire, Kıskançların piri kıskançların pirine, fitneci fitneciye, haset hasede, fesat fesada, Vezir Vezire, karanlık yüzlü karanlık yüzlüye, ağabey ağabeye, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…