Kitapçılarda yerini alan epey bir yeni yayın birikti. Bugün bunlardan üçünü, İz ve Dergâh yayınevlerinin tanıtım metinleri ve arka kapak yazılarıyla size tanıtmak, haber etmek istiyorum…
İlk iki kitabımız İz’den çıkan iki klâsik eser. İlm-i Ahlâk, Emrullah Efendi’nin (1858-1914) Dârülfünûn-ı Şâhâne’de verdiği ahlâk felsefesi derslerinden müteşekkil. Yazma halde olan bu metin, yakın döneme kadar, Türkçedeki ahlâk felsefesi literatüründe bilinmiyordu. Bu yönüyle, Türkçe felsefe sahnesinde birçok yeni tartışmayı tetikleyecek bir yapıdadır. Özellikle, modern ahlak felsefesinin nerede ve neden başladığı sorusu daha net bir cevap bulacaktır. İlm-i Ahlâk, yeni ve kadîm olan arasında nasıl bir yol izleneceği konusunda da bir rehber gibidir. Ahlâk felsefesindeki ifrat ve tefrit tutumları çok iyi fark edilmiş, onları aşan bir terkip peşinde olunmuştur. Ne teorik ahlâk pratik ahlâka, ne de erdem etiği ödev ahlâkına indirgenmiştir. İlm-i Ahlâk’ın bu derin kavrayışı, bugünkü meşhur Aristocu ve Kantçı ahlak felsefeleri bağlamında da okunabilir. A. MacIntyre’ın After Virtue’deki aretê [ἀρετή] lafzına dönük tespitlerinin öncelendiğini fark eden okur, şaşırmak için Babanzâde Ahmed Naim’in fikrî babası olarak Emrullah Efendi’nin görüldüğü yerleri beklemelidir. Türkçedeki modern felsefeye dair, metinler-arası bağların ve izlerin kesiştiği bir yapısökümcü bir metin elimizdeki.
İz etiketli ikinci kitabımız olan İlm-i Hikmet/Felsefe, bugüne dek meçhul kalmış bir eser. Türkçe felsefe gelen-ekinin kayıp bir halkasını daha neşretmekle, İz Yayıncılık olarak sevinçliyiz. Emrullah Efendi’nin (1858-1914), bu kitabı, dilimizdeki felsefeye dair birçok tartışmayı sil-baştan yapmayı gerektirecek kadar zengin bir içeriğe sahip.
İlm-i Hikmet/Felsefe, günümüzde yeni yeni canlanan bir felsefe yapma metodunun, karşılaşılmalı felsefe, özel ve başarılı bir numunesi. Esasında, Osmanlı’nın son asrında, Garb ile karşılaşan Müslüman düşünürlerdeki en önemli hususiyetlerden birisi de; bu yeni vasattaki tefekkür birikiminin bir örneğini, bir benzerini kendi miraslarında bulma ve bundan hareketle mukayeseler yapma performansı idi. Bu, onların kendilerine dönük özgüvenlerinin, öz bilinçlerinin tabii bir neticesiydi. Derin bir gramere yaslı olan bu karşılaşılmalı kavrayış, “basitçe başkalarında olanın bizde de var olduğunu söylemenin ötesinde”, hakikaten bizde var olandan kaynaklanan bir felsefe yapma yoludur. Türkçede düşünen, yazan ve okuyan herkes için hikmet ve felsefe dolu bir eser.
Son tanıtacağım kitap Dergâh’dan olsun. Şimdilerde Buzdokuz’da yazan, Hece dergisi yıllarından beri takip ettiğim başarılı şair ve avukat Hasan Bozdaş’ın şiirleri “İnsanın Madde Olmayan Kısmı”nda bir araya geldi. Şiir kitabını en iyisi, içinden güzel bir şiirle tanıtalım ve yazımızı bitirelim…
“neden ölmemem gerektiği hakkında
bir şeyler düşünüyorum
bir böğürtleni paylaşmak bir bebekle
bir çiçeği tanıtmak ve bak burası okyanus, karşısı uzak
insan ölümünü ararken daha geç yaşlanıyor
marakeş’te büyücü kadınların duasını aldım
biraz enfiye aldım evimize cin gelirse birlikte koklarız
majorelle’nin mavisinden bir gül kopardım
bir gece sahrada dolaştım, ölüm yaşamaktadır
akdeniz iklimi iyi bir fikir,
ölünün gözleri için zeytin veriyorlar
gözleri görmeyen türbedar veriyorlar
ve yanına döşek seriyor
ölünce uyanıyorum, türbedar uyuyor
fez’de hangi sokakta evim unutuyorum
kapımıza portakal ağacı dikmek mühim
bir ortodoks ilahisi iyi geliyor, içinde şirk geçmiyor
biraz büyü iyi geliyor, demokrasi bile iyileşiyor.”