Uzun uzun zaman önce memleketin birinde el sanatlarıyla meşhur bir şehir varmış. Bu şehirde yapılan kolyeler, gerdanlıklar, küpeler bir efsane gibi anlatılırmış. Bu şehrin genç kızlarının hayatı da gerdanlıklar ve kolyeler arasında geçermiş.
Şehrin kenar mahallelerinden birinde yaşayan ailenin evinde iki kız kardeş oturur, yapmış oldukları gerdanlıkları ve kolyeleri babaları alır götürür satar, ya da alıcılar gelir, alır giderlermiş.
Yaşlı ve hasta anaları kendinde olduğu, hastalığı hafiflediği zamanlarda, aşlarını, çorbalarını pişirir, evlerini de süpürmeye çalışırmış.
Kızların kendilerinden büyük üç ablaları, iki de ağabeyleri varmış. Ablaların biri yaşadıkları şehre, diğerleri başka-başka şehirlere gelin gitmişler. Ağabeylerin biri Muhafız, diğeri ise kervancıymış.
En küçük kız ile ablası olan kız arasında beş altı yaş fark varmış. Yaşlı ve hasta anaları öyle anlatırmış.
Kızlar kolye ve gerdanlık tasarımında ustalaşmışlar. Yaptıkları tasarımlar beğenilmeye, kızların maharetleri sağda solda anlatılmaya başlamış.
Büyük kız sert mizaçlı biriymiş, kız kardeşine su getir, aş pişir, çorba yap, evi süpür diye sürekli iş yükler, boş olan aralarda, mahalleyi dolaşır, emsali kızlarla konuşur, akrabaların evlerine gider, vakit kalırsa da kilim dokurmuş.
Kız kardeşine de söylemediği kalmaz, ne yaptın ki, eline mi değdi, aş koymakta ne var, çorba pişirmekte ne var, ev süpürme kaç dakikalık iş diye söylenir dururmuş!
Akrabalardan bir kadın ziyaretlerine gelmiş, şöyle geriden-geriden kızların el maharetlerine bakmış. Tabi bir de analarıyla ilgilenmelerine ve ev işlerine. Sonra da senin büyük kız demiş ne kadar iş varsa yıkmış bacısına, küçük kızın daha cevval haberin olsun.
Sonra da bu gördüklerini ve şahit olduklarını anlatmadığı hısım akraba kalmamış.
Büyük kız bunları duyunca, çok kızmış, hışımla eve gelmiş, bakmış ki, anası evde yok, gerdanlıkla uğraşan kardeşinin saçından yakaladığı gibi, sürümüş gelmiş odanın ortasına.
Sana demiş bu sanatı kim öğretti? Aş pişirmesini, çorba yapmasını kim öğretti? Ev süpürmesini, yer silmesini kim öğretti diye başlamış vurmaya, anaları yetişip, küçük kızını zor almış elinden.
Babaları çok asabi bir adammış. Ona herhangi bir şey duyurmamışlar. Baba gelmiş, akşam aşını yemişler, adam vurmuş kafayı yatmış. Ertesi sabahta karısına, ben demiş, komşu diyara gideceğim. On gün kadar gelmem. Kızlara söyle ellerindeki işleri bitirsinler, söyle bir de iyi geçinsinler, bağırışlarını komşular duymuş demiş. Sesini de yükseltmiş. Kızların ikisine de babalarını duymuşlar.
Büyük kız, beni ne hallere koydun haberin var mı demiş, bak babam neler dedi, benden özür dileyeceksin. Dilemezsen daha fena yaparım.
Anaları girmiş içeri. Eğer demiş bu kıza bir daha bir şey yaparsan. Sen düşün başına geleceği demiş. Size demiş elim hiç kalkmadı. Gözüm görmesin seni demiş, git bugün gözüme gözükme. Sinirim geçsin.
Büyük kız, koşa koşa evden çıkmış, doğruca şehirdeki ablasının evine varmış. Abla hayırdır kardeşim demiş neler oldu? Niye geldin? Kız olanı biteni kendine göre saymış dökmüş, anlatmış. Ablaları kız kardeşlerin en büyüğü imiş. Üzülme demiş, anamın zaten iki kızı var. Biri senin geçinemediğin en küçüğümüz, diğeri de benden üç yaş küçük Payitahtta oturan ablan. Onları ayrı sever, ayrı düşünür, onlarla ayrı konuşur. Sen bana çok benzersin. Diğer bacılarım bir yana, sen bir yana. Kız ablam demiş, komşu diyarda bir ablam daha var, benden büyük olan, o niye gelmez, babamda en çok onu sever, onu gözetir diyorlar doğru mu? Abla içini çekmiş, doğru demiş, o da babamın kızı, babamın kıymetlisi. Babam ona laf söyletmez.
Kızlar böyle konuşurlarken, büyük ablanın kaynanası oturdukları odaya girmiş. Kızlar demiş ne konuştunuz hepsini duydum. Kusura bakmayın amma sizin yaptığınız hoş değil. Bunun adı kıskançlık. Ana-baba evladını ayırmaz, birini diğerine üstün tutmaz. Güzel gelinim demiş sen niye böyle düşünürsün, bak kardeşinde aynı düşünür. Lakin ben ananızı tanırım. Muhafız olan ağabeyinizi daha çok düşünür. Çünkü her gün ölümle yüz yüze. Kervancı olan ağabeyinizi düşünür. Kervanları basan haramilerle az savaşmadı küçük ağabeyiniz. Çok ağır yaralandı. Ölümlerden döndü. Sizde burada oturmuş neler anlatırsınız.
Payitahttaki kız kardeşiniz, en küçüğünüzü neden mi bu kadar sever? Bir kervan baskınında, herkes dağılmıştı. O kızla daha bebek olan en küçüğünüz kayboldu. Üç gün sonra bulunduklarında, o kardeşiniz, yatırmış ayağına kardeşini sallıyor. Onların arasında o günlerden kalma bir bağ var. En küçüğünüz onu bir ayrı seviyorsa ondandır.
Abla ve kız dinler görünmüşler, ablanın kaynanası gittikten sonra, abla ne derlerse desinler kardeşim demiş. Biz ayrı onlar ayrı. Ağabeylerimiz bile o ikisini gözetir. Tamam en küçük anladık. Hediyenin iyisi ona gelir. İlk önce o düşünülür. İyi yapmışsın kız, bir de benim için vursaydın! Sessiz sedasız durunca kıymete biniyor ikisi de. Ben Payitahtta oturandan çektim, sende bundan.
Aradan bir ay kadar geçmiş. Komşu diyardaki kız kardeş çıkmış gelmiş, sanki sözleşmişler gibi ertesi günde Payitahttaki kız gelmiş baba evine.
En küçük kız kardeşlerine biri bırakıp diğeri sarılıyormuş. Aslında öyle değilmiş, en küçük kızın büyüğüne de sarılmış ablalar amma, kıskançlık içini kemiren kız, bunlar onların ablası, benim ablam bu şehirde demiş içinden. Bunlar anladım ki beni onun kadar sevmiyorlar.
Evin ne kadar yükü varsa, yüklemiş en küçük kıza, çekmiş gitmiş akraba kızlarının yanına. Akşama doğru eve gelmiş ki, her yer pırıl-pırıl silinmiş süpürülmüş. Aşlar pişmiş, tatlılar yapılmış. Sofralar kurulmuş.
Ablalar, gel bakalım kaçak demişler. Bacımızı yalnız koyacak değildik ya. İnsan baba evinde misafir olur mu? İşlerin bir ucundan da biz tuttuk. Kız belli etmese de içinden daha çok kızmış, babası bir şey dememiş amma, bakışlarıyla, kardeşlerin bunları yaparken sen neredeydin diye sorar gibiymiş.
Aşlar yenmiş, tatlılar sofraya gelmiş, komşu diyardaki kız kardeş babam demiş, görmeyeli en küçük bacımız kendini çok geliştirmiş. Kabiliyetli de. Şimdi bu eve kız istemeye gelseler, ben olsam büyüğü yerine küçüğüne talip olurdum deyivermiş. Sofrada herkes gülmeye başlamış amma en küçük kızın bir büyüğü olan kız atmış kendini dışarı, hırsından başlamış ağlamaya.
Birkaç gün sonra ablalar gitmiş, iki kız kardeş kalmışlar kolyelerin gerdanlıkların başında baş başa. Büyük kızın ağzını bıçak açmıyormuş. Anaları takılmış. Sıratı asık olan kızın hali tasarladığı kolyeye, gerdanlığa akseder demiş. Ne oldu, neden yüzünden düşen bin parça. Bu bacım yüzünden demiş. Ablalarım hep ona rağbet ettiler, hep onu el üstünde tuttular. Keşke en küçük ben olsaydım. Anaları orada dur demiş, bu kıza yapmadığını etmediğini bırakmadın. Neler yaptığın herkesin dilinde. Son günlerde aynaya baktığın oluyor mu hiç? Yüzünün aynada ne şekil aldığını gör de azıcık kendine gel! Kız öfkeyle kalkmış yaptığı işlerin başından, zaten demiş sen de beni sevmiyorsun, çıkmış gitmiş evden. Bitmek üzere olan bir gerdanlık kalmış. Akşama doğru eve geldiğinde. Bakmış ki o gerdanlık ortalarda yok. Anası, baban geldi, ablan hasta dedik, yanına gitti dedik, kardeşin oturdu gerdanlığın başına, birkaç saat sonra bitirdi gerdanlığı, alıcılar pek beğendiler alıp gittiler. Kendi gerdanlığı yarım kaldı.
O sırada, babaları girmiş onların olduğu odaya, kardeşin senin yokluğunu hissettirmedi demiş, şimdi sen tamamlayacaksın onun yarım gerdanlığını, olmadı yeni baştan yapacaksın, sabaha kadar bu gerdanlık bitecek, bende burada bekleyeceğim. Küçük kızın büyüğü sabaha kadar gerdanlıkla uğraşmış ve tamamlamış gerdanlığı! Tamamlamış amma yüreği soğuyacak gibi değilmiş. Babası evden gidince, kendince öyle bir patlamış ki, kardeşini yakalamış saçlarından başlamış sürümeye. İşte tam o anda, babası girmiş içeri küçük kızını almış ablasının elinden. Kızlar bayağı bir konuşmamışlar!
Anlatırlar ki; aradan yıllar geçtikten sonra kızların araları iyi olmuş, ayrı şehirlerde olsalar da gelip gitmişler. Lakin küçük kız, ne kadar iyi olsak da gözükse de o yıllarda onun bana yaptıklarını, çektirdiklerini unutamıyorum, içimden atamıyorum diye konuşmaktan kendini alamıyormuş.
Bu hikâye ve anlatılanlar o şehrin kızlarına ders olmuş. Her ne sebepten olursa olsun kardeşler birbirinin kalbini kırmamalı denmiş ve bu hikâye yıllarca anlatılmış o türden davrananlara…
Şehir şehire, küçük kız küçük kıza, kız kardeşler kız kardeşlere, ablalar ablalara, ağabeyler ağabeylere, akrabalar akrabalara, komşular komşulara, ana-baba ana-babaya benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…