KOMŞU HAKKI ALLAH HAKKIDIR!

Erol Sunat

Komşular günü diye bir gün olduğundan haberiniz var mıydı? Sanırım birçoğumuzun yoktu. Avrupa kendisinde uzunca bir süredir hiç olmayan, çoktan tarihin karanlığına gömülen o yakınlığı tekrar gün yüzüne çıkarmak için, ilk defa 1999 yılının 3 Temmuz günü Paris’te kutlanmış. Sonra 17 Kasım tarihine alınmış.

Şimdi, hay Allah, komşular günü de mi varmış diyebilirsiniz.  Hatta bizim komşuluk gününe ihtiyacımız mı var, diyenlerinizde olabilir. Ne yazık ki, var!

Çünkü, artık olmayan, ortada bulunmayan, kaybettiğimiz, umursamadığımız o güzel komşuluklar şimdi hatıralarımızda kaldı. Çok az da olsa, yaşayan, yaşatılan, ayakta kalmak için direnen örnekleri devam ediyor.  Bugün için, komşuluk mu kaldı, komşuluğun günü olsa ne, olmasa ne,  diye de düşünebilirsiniz. Çünkü biz, o güzel komşuluğu kendi ellerimizle yok ettik!

Hani bizler “ev alma komşu al” diye bir izden yürüyorduk ya, ne oldu o söylemlere?

Şöyle içinizden gelerek, “Komşum!” diye seslenmeyeli ne kadar zaman oldu?

Bir zamanlar; Türk Milleti olarak, komşumuza ne incitici bir söz söyleme, nede bir yanlış anlaşılma sonucu üzerine yürüyüp, yakasından tutma bahtsızlığı gösterenlerdik!

Komşumuz ne yer, ne içer, ne giyer, karışmaz, dedikodusunu da yapmazdık!

Bayram günleri, doğum günleri gibi günlerde karşılıklı hediyeler alanlardandık.  Evimize baklava alsak, komşumuza da aldığımız zamanlar olurdu. Çünkü komşumuzda, aynen bizim gibi düşünmekten kendini alamazdı!

Özellikle bayram günlerinde evine ilk uğradığımız komşumuz, komşularımızdı. O mahalleden taşınmış bile olsak, eski komşuluğumuzun hatırına, ziyaretlerde bulunmak olmazsa olmazımızdı.

Komşuların ikimizin arasında kalsın diye anlattıkları bizde kalır, bir başka kimse ne duyar, ne bilirdi!

Onların karşılıklı olarak dert ortağı, sırdaşıydık!          

Cenazeleri olduğunda, ilk koşan, cenazenin salından ilk tutan,  ilk teselli eden, yanı başından ayrılmayanlardık! Komşumuz hasta olduğunda, hastaneye alıp götüren, doktor ve ambulans çağıran, arabası yoksa, arabamızla alıp en yakın sağlık kuruluşuna ulaştıran, sağlığına kavuşuncaya kadar, hastanede ya da evinde ziyaret edenlerdik! Komşularımızı gördüğümüzde karşılıklı olarak gülen gözlere, tatlı sözlere sahip olan bizler nasıl unuturduk o komşularımızı, nasıl o güzel komşu hatırından vazgeçebilirdik!

Bütün bu saydıklarımız dünde kaldı! Bugün bunlardan bir ya da bir kaçını gerçekleştirene, helal olsun diyoruz! Demek ki insanlık ölmemiş, komşuluk daha yaşıyormuş diye de konuşmaktan kendimizi alamıyoruz!

 

SELAMINIZI ALMAYAN BİR KOMŞULUK OLABİLİR Mİ?

Kentsel dönüşümler, ne kadar eski, tarihi, buram buram kültür kokan, komşuluğumuzu, vefamızı, dostluğumuzu, insanlığımızı, yardımseverliğimizi yansıtan mahallemiz ve sokaklarımız varsa, yerle bir etti.

Yerine soğuk, donuk, hissiz, betonlaşmanın abideleri olan çok katlı siteler dikildi.  Yeni nesil komşuluk herhalde böyle bir şey ki, güler yüzden uzak, donuk bakışlı, tebessümü ve selam vermeyi bile lütuf sayan bir anlayışa sahip!

Asansörde karşılaşan, selamlaşmayan,  birbirlerine tepelerden bakan bir komşuluk!

Ölüyorum deseniz, bir bardak su verecek kimse yok!

Kapılarına varsanız, kapı zilini defalarca çalsanız, karşılaşmamak, karşı karşıya gelmemek için kapıyı açmayan bir komşuluk anlayışı.

İnanın bu anlattıklarımız abartı filan değil. Komşuluğu bu hale kim getirdi diyorlar ya…

Böyle sorular soranların dahi anlattıklarının içinde komşuluk kavramının kırıntısı dahi yok!

Öğretmenlerimiz komşu komşunun külüne muhtaçtır diye anlatırlardı komşuluğu.  Artık ne ateş kaldı, ne kül, ne köz. Duman oldu komşuluk.

Kaloriferli, doğalgazlı lüks dairelerde, lüks sitelerde ilaç için arasanız kül bulamazsınız.

Sigara külü külden sayılmıyor mu diye takılan arkadaşlara, o külün ne olduğunu nasıl anlatsak ki..

Hani güzel bir şarkı vardı;

“Biraz kül, biraz duman, o benim işte” diye başlayan! Biz o komşuluğu artık eski şarkıların sözlerinde arayanlara döndük!

 

KENDİ GİTTİ İSMİ KALDI YADİGÂR!

Komşuluk, şehirlerimizin samimiyetiydi, candanlığıydı, içtenliğiydi. Komşularımız ne kadar iyi insanlardı bilemezsiniz.

Her mahallenin, kendine has sokakları vardı. O sokaklarda tek katlı, en fazla iki katlı çok daha sonraları üç katlı binalarında oturan herkes birbirini tanırdı. O sokaklar huzur sokaklarıydı.

Kaybettikten sonra, yok olmasına seyirci kaldıktan sonra, şimdi komşuluk günü kutlayacağız öyle mi?

Yeni nesil komşuların, eski komşuluğun ne olduğundan haberleri var mı?

Eski komşular gibi olabilirler mi, komşuluk yapabilirler mi?

Bir zamanlar Büyükşehir Belediyemiz “Konu Komşu Konya” diye projeler yapmıştı. O yıllarda kentsel dönüşümler yoktu. Konya’nın ilçelerinden gelerek üç merkez ilçeye yerleşenler hemşerilik ve komşuluk bağlarına sahiptiler.

Komşuluğa dönüşle birlikte, eski komşuluğun canlanmasına doğru güzel adımlar atılmıştı ki…

İnsanların ayaklarını yerden kesen, arsa sahiplerini bir anda birden çok, hatta çok daha fazla daire sahibi yapan, insanlara maddi olarak sınıf atlatan kentsel dönüşümler giriverdi gündemimize.

Şehrin eski mahalleleri, sokakları, caddeleri ve cümle hatıralarıyla birlikte baştanbaşa tarumar edildi, yıkıldı, dümdüz oldu..

Yeni sokaklar, yeni caddeler, bulvarlar, parklar açıldı. Bazı mahallelere eski isimleri verilse de,  kendi gitti, ismi kaldı yadigâr babından yeni nesil sitelerin oluşturduğu ve içinde yeni nesil komşulukların olduğu, eski mahalle ve sokaklarımızdan, komşuluklarımızdan tek bir iz kalmayan mekanlar oldular her biri.

Geçtiğimiz Pazar dünya komşular günüydü. Komşuluğu sevgisizliğe mahkum eden bizler, nasıl bir komşuluk hayal ediyorsak artık! Senede bir gün, o güne kadar hiç kapısını çalmadığımız insanların kapısını çalıp, komşu biz geldik deyince, komşuluk meselesine neşter mi vurmuş olacağız?

Bunun adı komşu olmak değil, komşuculuk oynamak! Bizim komşularımız yerine göre akrabadan ileriydi. Başınız ağrısa, bir derdiniz sıkıntınız olsa, hısım-akraba geliyorum diyene kadar, komşunuz iki eli kanda olsa koşar gelirdi.

“Akrep etmez akrabanın akrabaya ettiğini” denilen çok günler, çok anlar, çok olaylar yaşadık. Kapı komşumuz ne derdin var komşu diye çıkıp gelmedi mi?

Yakınlarınızı kaybettiğinizde, ilk önce koşan, atıyla-arabasıyla kapınızı çalan, ihtiyacı olur diye, bir miktar para bırakıp gidenler kimlerdi?

Gözlerinizi yaşlarla dolduran o komşular, altın kalpli insanlardı. Yapıcıydılar, pratik çözüm konusunda üzerlerine yoktu.

Vefakârdılar, vefa denen duygu onlarla bambaşka, sıcacık, şefkat dolu anlamlara dönüşürdü.

Komşuluk deyince sadece mahalle ve aynı sokakta oturanlar anlaşılmamalı.

Ya dükkan komşuluğuna ne demeli?

Bir ömür boyu süren, kardeşten öte dostluklarla pekişen bir dostluk. Kim yaşça daha büyükse, ağabey oluveren, daha yaşlıysa, adına baba denen, saygı ve hürmet gösterilen, önünden geçilmeyen, sözünden çıkılmayan harika insanlardı onlar! O günlere, o yıllara özlem duymamız biraz da o yüzden!

Çünkü, komşu hakkı, Allah hakkı deniyordu. Yerine göre, komşu kapısı akraba kapısından, öz kardeşinizin kapısından daha yakındı. Komşu hatırı ise asla kırılmaz ve geri çevrilmez bir hatırdı!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.