Gazeteyi telefonla arayan biri eski öğretmenim olduğunu söylemiş, telefonunu bırakmış. Sekreter hanım adını da söyleyince meraklandım. Müsait olur olmaz aradım. Gerçekten de 1998-2002 yılları arasında dersimize giren Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Hocamız Mehmet Ali Acar telefonun ucundaydı. Hasbihalden sonra kavilleştik ve bir araya geldik. Elbette laf bitmez. Sohbetin özünde Mehmet Ali Hoca belki birçok insandan fazla Konya için yıllardır sosyolojik bir gerçeklik olan Yeni Mahalle’yi dert edinmişti. Bu insanları ötekileştirmenin ne gibi sıkıntılara neden olacağını ayakları yere basar şekilde izah ediyordu. Gelin sohbetimizin bazı kısımlarını onun dilinden size aktarayım ve bu kardeşlerimizi bir nebze tanımış olalım.
70 yıl önce Konya Karatay Yeni Mahallede ikamet etmeye başlarlar. İçlerinde topluma çekidüzen veren bilge insanlar vardır. Konya ve havalisinin sünnetçileri onlardır. Hacı Haydar bisikletiyle Hacı Veyiszade’ye derse giden Konyalının dua istediği bir Allah dostudur. Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin her hafta Abdallar’ı ziyaretini yeğeni Ali Ulvi KURUCU kitabında şöyle anlatır. “Amcam kendisini memleketin ilmine, irfanına hizmete vakfetmişti. Haftada bir gün hapishanelere, bir gün abdalların mahallesine sohbet etmeye giderdi. Cahil kalmış, ihmal edilmiş o vatandaşlarımızın ayağına gidiyordu. O Abdallar da cenazesinin arkasından “Hocam bizi kimlere bıraktın da gittin diye ağlamışlar…”
Mevlana Kültür Merkezi yapıldı. O bölgede sağlıksız binalarda oturan Abdalların evleri istimlak edildi. Kardeşim bu insanlar mahallelerde tek başına yaşayamazlar Bedesten içindeki tarihi dükkânların restorasyonu için bulduğunuz formülün bir benzerini bu insanların nefes aldığı mahallenin ıslahı için bulamaz mısınız diyen etkili bir ses çıkmadı. Aksine koca koca adamlar alkış tuttu. Kimse hoşgörüyü hatırlamadı. İstenmeyen topluluk oldukları hissi verildi. Şehir merkezinden sürüldüklerini düşündüler. 2014/2015 Öğretim Yılında Akabe İmam Hatip Ortaokulunda 35 Abdal çocuğu öğrenim görüyordu. Potansiyel suçlu olarak görüldüler. Hırsızlıkla suçlandılar ve maalesef yarıdan fazlası okuldan ayrıldı. Mahalleye uyuşturucu bulmak için gelen ve kendini pazarlayan kadınların oluşturduğu ahlaksızlık piyasasında bu güne kadar hiçbir abdal kadınının olmadığını haykıran etkili bir ses çıkmadı. Mahallenin masum kadınları yıllardır ağır bir töhmet altındalar.
HAFIZALARIMIZI YOKLAYALIM
1980’li yıllara kadar köylerde yaşamış olanlar her yıl köyün yakın çevresinde çeşme başında birkaç çadırın kurulduğunu hatırlarlar. Köylünün söğütlerini kavaklarını budarlar, sele sepet ve küfe örerler, kalbur gözer elek gibi ev eşyaları satarlardı. Asla hırsızlık yapmazlar, çevreye zarar vermezlerdi. Yıllar içinde köylülerle dostluklar kurarlar, evlere misafir olurlar, dışlayıcı bir muameleye de maruz kalmazlardı. Özellikle cuma namazlarını kılarlardı. “Allah’ımıza şükürler olsun.” “Muhammed Mustafa’ya ve Ehl-i Beytine salat ve selam olsun” dualarını dillerinden düşürmezler “Muhammet, Ali hürmetine” deyince akan sular dururdu.
Bugün Alevidirler. Ancak bu Muhammed ’siz Ali ’siz Kur’an ‘sız camisiz namazsız bir Alevilik değildir. Ehl-i Beyt sevgisi çok içtendir isimlere yansır. Ali, Haydar, Fatma, Zeynep, Hasan, Hüseyin, en çok konulan isimlerdir. Yoğun bakımda yatmakta olan bir hastanın durumunu sorunca; Elleri açık gözleri ışıl ışıl parlayan bir adamın “Yeri göğü yaratan Allah’ım şifa verecek” yakarışı ile karşılaşırsınız. Kur’an-ı Kerime yaklaşımları “Kur’an da varsa tamam. Allah’ımızın Muhammed’e indirdiği Ali’nin yazdığı kitapta olan şey hiç olmaz mı” cümlesinde ifadesini bulur. Hz. Ali’nin vahiy kâtipliği vurgulanır.
SEPETÇİLİK, ENDÜSTRİ VE ŞEHİRLEŞME
Endüstriyel üretim el sanatlarını bitirdi. El işi sepetçilik tarihe karıştı. Geleneksel yaşam tarzından vazgeçmeyen Abdallar, kapalı ortamlarda, 08.00-17.00 çalışma saatlerine dayalı yeni üretim tarzına adapte olamadılar. Bir bölümü köylere çobanlığa gittiler. Köyler şehirlere taşınınca onlarda işsiz kaldılar. At arabacılığı, bohçacılık, naylon sele sepet pazarlama meslekleri de 10 yıl kadar sürdü. Şehir hayatı onları da bitirdi.
UYUŞTURUCU BELASI
Yaşanan süreçte horlanan, dışlanan ötekileştirilen kitle kapalı bir topluma dönüştü. Çaresizlik dilenciliğe yöneltti. Uyuşturucudan para kazanalar için oluşan uygun zemin mahalleyi uyuşturucu ticaretinin merkezi haline getirdi. Bugün her iki aile reisinden biri cezaevinde yatıyor. Birçok ailede babalardan sonra annelerde cezaevine girdiler. Cezaevi gerçeği o kadar kanıksandı ki, “Babaların çocuklarının hayatını idame ettirmek için yaptığı bir fedakârlık” olarak görülür oldu. Cezaevinde iken aile düzeni bozulanlar tahliye edildikten sonra bunalıma giriyorlar. Hayattan hiçbir beklentileri kalmıyor. Pervasızca suç işleyerek tekrar cezaevine dönenler bile var. Uyuşturucunun manevi tahrifatını hayal bile edemezken getirdiği maddi külfeti kabataslak hesap edecek olursak; Cezaevine girenlerin birkaç dosyası oluyor. Her hükümlü yaklaşık on yıl cezaevinde kalıyor. Devlet her bir mahkûm için yatırım personel ve iaşe gideri olarak en az 200.000 TL harcama yapıyor. Emniyet teşkilatının ve Adli kurumların harcadığı para ve yaptığı mesaide bunun dışında. Bu kısır döngüyü kırmak için yapılabilecek işlere kafa yormalı. Suç işleyen cezasını çeksin demek sorunu çözmüyor.
HELAL RIZIK ÇABALARI
Akl-ı Selim sahibi olup “Ben bu pisliğe bulaşmayacağım” diyen, sanayide iş merkezlerinde pazarlarda iş aramaya çıkanlar “hırsız olmadıklarını” kimseye anlatamıyorlar. Evleri istimlak edilen bazı aileler pancarda havuçta çalışırız umuduyla Kaşınhanı‘na yakın olan Ali Ulvi Kurucu Mahallesine yerleştiler. Ekim dikim çapa işini öğrenenler oldu. Ancak çiftçi çocuklarının şehri tercih etmeleri emek yoğun tarımsal faaliyetleri bitirme noktasına getirdi. Az sayıda büyük çiftçi ekimini ve hasadını makine ile yapabileceği ürünlere yöneldi. Tarım işçisine talep azaldı. Abdalların fıtratlarına uygun severek çalışabilecekleri istihdam umutları yeşerirken soldu. Her şeye rağmen haram helal hassasiyeti taşıdığı için çöp konteynırlarından kâğıt toplayarak geçimlerini sağlamaya çalışan bir kesim hala var. Son yıllarda Suriyeli misafirlerin de kâğıt toplamaya yönelmesi yeterince ürün toplamak için çok daha geniş bir alanı dolaşmayı ve motorlu araç kullanmayı zorunlu hale getirdi. Giderler arttı. Geçim yolu olmaktan çıktı. Bugün Abdalların severek yaptıkları tek meslek park ve bahçe işçiliğidir. Haram helali bilenlerin tek hayali Belediyelerin Park ve Bahçelerinde bir iş bulup çalışmaktır.”
Dahası var ama burada bırakalım. Kırmızı ışıklarda çöp kutuları etrafında, cami önlerinde… Kısaca her yerdeler. Farklı mahallere dağıttık diye Yeni Mahalle sorunu çözülmedi. Aksine yayıldı. Giderek kartopu halini alacak. Kongre Spor merkezi civarında kalan son evler de farklı şekilde kaldırılmaya çalışılıyor. Bize daha çok Mehmet Ali Hoca’lar lazım…