Suriye’de 61 yıl boyunca hüküm süren Baas rejiminin son temsilcisi olan Beşar Esad’ın ülkesini terk edip Rusya’ya sığınması ile birlikte Suriye için yeni bir dönem başlamış oldu.
Bu rejime karşı bir duruş sergileyen ve nihayetinde kanlı eylemlerle bastırılmaya çalışılan sürecin üzerinden de yaklaşık 12 yıl geçti…
Bundan 12 yıl önce Suriyeli mülteciler akın akın memleketlerini terk ediyor, en yakın ülke olan Türkiye başta olmak üzere kendileri için yeni bir sığınak arıyorlardı.
Türkiye’nin pek çok şehrine yerleşen Suriyeliler, artık bizden biri olmaya başlamıştı… Zaten geçmişi, tarihi, kültürü birçok yönüyle büyük benzerlikler taşıyan bu ülkenin vatandaşları aslında Türkiye’ye uyum sağlama noktasında çok da sıkıntı çekmemişlerdi.
Bu 12 yıllık zaman diliminde iyi veya kötü birçok şey söyledik Suriyelilerle ilgili…
Ne işleri var Türkiye’de dedik mesela…
Vatanlarını terk edip bize sığındılar dedik…
Ülkesinden kaçanın kimseye faydası olmaz dedik…
Onlar da el mahkum oturdular, eğdiler başlarını, sığınacakları bir ev, geçinebilecekleri bir iş peşine düştüler.
Bizimle birlikte yaşadılar, burada doğup bizim gibi büyüyenleri oldu.
İnsanın olduğu yerde her şeyin olabileceği gerçeğinden hareketle, gelenler içinde hem kendisine, hem çevresine hem de yaşadığı memleket olan Türkiye’ye büyük faydaları olanlar olduğu gibi; hırsızı, arsızı, yaramazı da vardı…
Bugün geldiğimiz noktada ise Suriye’deki acı gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başladı. Hem de yerin yedi kat altına saklanmış olan gerçekler…
O kadar büyük bir insanlık katliamı, o kadar büyük bir drammış ki bu, Esed rejiminin uyguladığı katliamın boyutlarını görünce vicdan, “Niye kaçmasınlar ki, Türkiye sığınmamak için bir nedenleri var mı ki?” diye soruyor, olanı biteni sorguluyor.
Aslında kafalardaki soru işaretleri de yapılan işkenceler, yeraltı hapishanelerinde ölüme terk edilenler, yapılan insanlık dışı uygulamalar görülünce, silinip gidiyor.
Esed’in kendi toprağını terk edip, yaşattığı onca acıdan sonra kaçması ve Rusya’ya sığınması ile birlikte yeni bir süreç başlamış oldu.
Hayır mı olur, şer mi olur onu şimdiden kestirebilmek pek de mümkün görünmüyor.
Ancak Esed rejiminin devrildiğini duyan Türkiye’deki Suriyeliler, memleketlerine, ata topraklarına, doğup büyüdükleri yurtlarına geri dönmek için göçü sarıp, yollara düşüyorlar.
Birçoğu Türkiye’de edindiği malı mülkü, atı arabayı öldüm pahasına satıyor. Bunca heyecan, bunca telaş, bunca uğraş, bir an önce ait oldukları yere dönmek için…
Bazı Suriyeli vatandaşlar da var ki, derya deniz… Adamın ana dili Arapça, Türkçe’yi ana dili gibi biliyor. Üstüne İngilizceyi de öğrenince özellikle yabancılarla ticareti olan işletmelerin, sanayicilerin, ihracatçıların odak noktasına giriveriyorlar.
Öyle Suriyeliler tanıyorum ki, bu üç dilin üzerine Felemenkçe, Rusça ve Fransızca gibi dilleri de öğrenmişler. Konya’da ihracatçı firmalarda çalışıyor, el üstünde tutuluyorlar. Bu tür insanlar gitmek istese bile onları bırakmamak için işyeri sahibi elinden geleni yapıyor.
Beden gücüne dayalı olarak çalışanları için de genelleme yapacak olursak aynı durum söz konusu diyebiliriz. Pratik ve hızlı bir şekilde çalışıyorlar. Kaba işleri çok iyi yapıyorlar. Beden gücünü iyi kullanıyorlar. Mavi yakalısı, beyaz yakalısı fark etmiyor. Konya sanayicisi Suriyelileri göndermek istemiyor.
Şimdi bunları yazdık, gerçekleri söyledik diye beni de tefe koyup çalacak olanlar vardır. Ama gerçek şu ki, Konya genel manada Suriyelilerin gitmesinden değil, kalmasından yana tavır alıyor.
Diğer yandan hem siyaseten hem de yeni düzenin şekillenmesi, yıkılan Suriye’nin yeniden imarı ve inşası noktasında da Türkiye’nin eli Suriye’nin üzerinde olacak gibi duruyor.
Zaman bize ne gösterir bilemeyiz ama anlaşılan o ki, Suriyelilerle olan münasebetimiz, onlar memleketlerine dönse de, Türkiye’de kalsa da her türlü uzunca bir süre girift bir şekilde devam edecek.