Bu şehir, ona heyecan veren insanlar gördü. On binlerce insanı işe ve aşa kavuşturan insanlar gördü. Onların başarılarını, heyecanlarını, hüsranlarını, yalnızlıklarını, küskünlükleri, bütün engellemelere karşı mücadelelerini pes etmeden sürdürmelerini gördü.
Onları anlayanları, anlamayanları, anlamak istemeyenleri gördü.
Selçuklunun Başkenti Konya’nın ufkunu açmak demek, Türkiye’nin de ufkun açılmasına katkıda bulunmak demekti.
Konya Cumhuriyet Tarihinin de önemli şehirlerinden biri olma özelliğini hep taşıdı.
Bildiğiniz üzere, tarım şehri olma özelliği bütün hükümetler tarafından tasvip edilmiş, bütün Tarım hamleleri Konya’dan başlatılmıştı.
Konya 1954 yılına kadar fabrika görmedi. Fabrika nedir, neye benzer, nasıl bir şeydir fikri bile yoktu. Önce Şeker Fabrikası, sonra Çimento Fabrikası, Tuğla ve Kiremit Fabrikaları ve Halı Fabrikaları 1950-60 arasında şehri süslemeye, şehrin havasını değiştirmeye, şehri zenginleştirmeye başladı.
Bu hamleler, şehirde koşma eğilimi olan müteşebbislerin sayısını da arttırdı.
Şehirde ufku açık olanlar desteklendi. Koşmak isteyenlerin elinden tutuldu.
Daha sonraki yıllarda o heyecanlar kalmadı. Duraklama dönemlerine geçildi.
Şehir ara-ara içine kapandı. Ara-ara umutsuz, karamsar, yakasına küsen, kader deyip efkârlanan havalara büründü.
Bütün bunlara rağmen Konya’da koşma arzusu duyan, ufku açık insanlar hemen her dönemde ortaya çıktı. Üstelik, gerileme dönemlerine, duraklamalara hatta fetret devirlerine dönme çabalarına rağmen!
*****
Dünyanın bütün başarılı insanları yalnız insanlardır. Onların dehasına yaklaşmak kolay değildir. Onlar için zor diye bir şey yoktur. Çok bilinmeyenli denklemleri bile, anında çözebilmişler, aynı konu üzerinde günlerce kafa patlatan insanları şaşırtmışlardır.
Deha sahibi insanları anlamak çok daha zordur.
Onların pırıltılı zekaları, insanları kendilerine hayran bırakmaları aynı kulvarlarda koşanlar arasında kıskançlıklar doğurmuştur.
Aynı insanlarla birlikte koşmayı kabul edemeyenlerin, bir arada hareket etmeyi beceremeyenlerin geriye tek bir işi kalmıştır.
O adamı engellemek!...
Durun, engellemeyin, yazıktır, günahtır diyenleri kimse dinlemez.
Ufku olan insanları engellemek demek,
Şehri engellemek demek!
Koşarken, ayağına çelme takmak demek!
Şehrimiz ne zaman koştukça koşuyordu? Ne zaman yerinde saydı? Ne zaman koşmaktan vazgeçti? Ne zaman hiç olmayacak meselelerle boğuşmaya başladı? Ne zaman ufuk sahibi insanların peşi sıra koşmaktan vazgeçti?
Bu soruları alt alta yazın, toplayın!
Yarım kalan, sürünceme de kalan, Akdeniz’e ulaşılamayan meseleleri birer-birer gözünüzün önüne getirin, sonra verin verebilirseniz cevabını…
*****
Hırsı aklının önünde koşanlar için, şehir ve ülke bu işten zarar edermiş, insanlar manen ve madden zarara uğrarmış kimsenin umurunda değildir.
Ufku açık, ufku zengin insanların peşinden yürümek, peşinden yürüyenlerinden ufkunu açar.
Ufku olanın hedefi olur, hayali olur.
Peşi sıra yürünecek, ardından gidilecek insan olur!
Ufuksuzların yegane hayali nedir bilir misiniz?
Ufku olanların oturduğu koltuk ve makam!
O hedeften daha öteye gidemediklerini görmeyen mi kaldı!
Nihayetinde hayatlarının vazgeçilmez gayesi o makamdı.
O makama geldiklerinde bir arpa boyu bile yol gidemediklerini, hatta mevcudu bile koruyamadıkları defalarca görüldüğü ve bilindiği halde, insanlar aynı yanlışları yapmaktan kendilerini alamadılar.
Geçmişi değerlendirenler şöyle söylüyorlar;
İçinde kin ve intikam duygusu olanların bu duygularını tatmin için kullandıkları metotlarda ona yardımcı olanlar,
Kraldan fazla kralcı gözükenler,
Mercedes bir arabayla, Murat 124 arasındaki farkı bir düşünsünler. Sonra da, nerelerde ne gibi yanlış yaptıklarını!
*****
Şehrin ufkunu açmak, su kanalı açmaya benzemiyor, yap-sat’la zevahiri kurtarmaya, birkaç toplantıya katılıp, şık elbiselerle, pahalı cep telefonlarıyla, markalı güneş gözlükleriyle dolaşıp, birkaç ülkeye gidip bir anda ihracatcı unvanı almaya benzemiyor.
On binlerce kişiye iş ve aş verebilmek, fabrikalar kurabilmek, sesini sadece şehrin değil, önce ülkenin, sonra bütün dünyanın duyduğu olağanüstü işler başarmak gerekiyor.
Şehrin ufkunu açmaya talip olanlar, meyveli ağaca benzer!
Atacak taşı her zaman, her yerde hemen yanı başında buluverenler başlıyorlar taşlamaya…
Aslında şöyle demeliydik. Elleri temiz kalsın diye, taşa değmesin diye, taşlatıyorlar desek çok daha doğru.
Ben taşlayayım diye, hevesli olanlar aramadığınız kadar çok olunca, al diyorlar sen taşla!
Kimi bir aferine bedava taşlıyor.
Kimi de ben taşlarım amma, deyip taşlamayı kendine göre tatlandırıyor!
Netice de, meyveli ağaçlar taşlanıyor şehrimizde.
Hem öyle bir taşlanıyor ki, kenara alınmaları bile, taşlatanlara yetmiyor gibi bir görüntü var.
Adam ölse, mezarını bile taşlayacaklar!
Ne yaptığı için?
Kendini taşlayanları adam ettiği için. Toplum içerisine çıkardığı ve kabul ettirdiği için. Aş ve iş verdiği için…
*****
Şehrin ufkunu açmak, ateşten gömlek gibi bir şey.
Gömleği sen giy. Taşın altına elini sen koy! Yetmedi gövdeni koy. Ardından yüreğini koy.
Sonra da, bir gün gelsin,
Kendi elinle yetiştirdiğin insanlar,
Kusura bakma bile demeden!
Neden bu şehrin ufkunu açtın? Neden bizi adam ettin? Neden bizi mevki ve makam sahibi ettin?
Etmeseydin arkadaş der gibi seni kenara alıversinler!