Batı dünyası, çok kültürlülük, tarihin sonu, medeniyetler ittifakı ya da baskın kültürlerin çatışması gibi tartışmaları yapadursun, insanoğlu esasen tarih boyunca hep aynı notadan çalmış ve benzer türküler söylemiştir! Kültürel değişimse ihtiyaçlar skalasındaki bazı değişikleri ve teknolojinin katkısını anlatmaya çalışmıştır. Hadariyet içeren hayatlar (Nomadic), asabiyetini devam ettirdiğinden kültürel değişim de oldukça geç gerçekleşmiştir. İşte Anadolu’da yaşayan Yörükler ve Moğolistan’da yaşayan Dukha göçerlerinin binlerce yıl geçmesine karşın aynı dili konuşuyor olmaları ve benzer hayatı yaşıyor olmaları bunun en bariz örnekleridir.
Bu bağlamda Moğolistan’ın Kuzey sınırındaki Sayan Dağları yamaçlarında on bin yıldır varlığını sürdürerek yaşayan ve Türkçe konuşan Dukha (Duha) Türkleri, esasen yaşantıları itibariyle Toroslarda yaşayan Sarıkeçili ya da Bozahmetli Yörüklerinden hiç de farklı değiller. Çeşitli kaynakçalardan edindiğim bilgilere göre, soyları ve dilleri büyük ölçüde tehlike altındadır: zira yaklaşık 44 aile ve 200-400 kişilik nüfusa sahip olan ve bölgede kültür turizmi açısından önemli bir yeri olan bu grubun Moğolistan’daki nüfusları 2000 yılında 303 kişi iken 2010 sayımında bu rakam 282 kişidir. Benzer bir durum 2014 yılı rakamlarıyla 40 oba ve 149 hane halkı ile Toroslarda varlığını sürdürmeye çalışan konargöçer Bozahmetli Yörük Aşireti’nde ve 180 çadır ile son konargöçerlerden Sarıkeçili Yörükleri’nde mevcuttur. Buradan Cemal Ün’ün Keçi Medeniyeti adlı eserinde belirttiği gibi belki de göçebeler için son 25 seneye giriyoruz, kim bilir belki de binlerce yıllık bir kültür yok olmak üzere.
“Benim adım Nomkun” diyen çekik gözlü çocuk ile başlayan rengeyikleri besleyen Dukha Türkleri ile ilgili belgeseli belki birçoğumuz izlemişizdir. Bu belgesel bizlere kültür havzamızın aynı olduğu konusunda ışık tutuyor aslında; Kadınların oba üzerindeki hâkimiyetleri, temeli çatma adındaki üç ağaçtan oluşan çadır, Oğuz Türklerinin 24 boyunu temsil eden çadırdaki mertek sayıları, rengeyiğine yüklenen eşyalar ve eşyaların üzerlerine oturtulan küçük çocuklar, çoban köpekleri, son yıllarda çadırlarda görmeye başladığımız ışık panelleri ve oba komşuluğu, günümüzde Toroslarda yaşayan konargöçer Yörüklerden hiç de farklı değil.
Elbet farklılar da var; inanışları Türklerin eski inanışları olan Gök Tanrı inancı, yük hayvanı olarak deve yerine rengeyiği kullanmaları. Coğrafi koşulların getirdiği birkaç değişiklik dışında göç yolları, kılık kıyafetleri ve yaşam şekilleriyle tam bir Türk olan Dukha’ları izleyince insanoğlunun binlerce yıl geçse de kültürel öğeleri büyük oranda koruduğunu fark ediyoruz. Büyük olasılıkla Anadolu’ya gelen Türklerde bir takım komşu kültürlerin izleri oluşmuş olabilir, yani Dukha’lar kültürel değişimden daha az etkilenmişlerdir.
“Kültürler, son nefeslerini yüksek dağ silsilelerinin doruklarında verir” diyen Fernand Braudel’in ne kadar da haklı olduğunu göçebe olarak hayatlarını sürdüren insanlar, binlerce yıl geçse ve binlerce kilometre uzaklıkta da olsa aynı kültürü yaşamaya devam etmesi göstermektedir.