Konya tarihi boyunca üzerinde bulunduğu coğrafyanın en önemli şehirleri arasında yer almayı sürekli başarmış bir şehir.
Hititler, Frigler’den Pers ve Yunan çekişmesine Roma’dan Bizans’a, Selçuklu’dan Osmanlı’ya Anadolu’nun en önemli şehirleri arasında yer almayı başaran Konya’nın bu başarısının sebebi sadece jeo-stratejik önemi ve Anadolu coğrafyasındaki merkezi konumundan kaynaklanmaz.
Elbette bu merkezi konum ticaret yollarının şu ya da bu şekilde Konya üzerinden geçmesini sağlar, üzerinde bulunduğu bitek ovadaki tarımsal faaliyetlerin şehrin ekonomik gücüne katkısı büyüktür; ama bunlarla birlikte, Konya’nın tarihsel önemini kaybetmemesinin başka sebeplerini de aramaya meyilliyim ben.
Çoğu kez görmezden geldiğimiz bir nokta bu: Konya halkının sebatkâr ve çalışkan olduğu kadar yemeyi içmeyi eğlenceli vakitler geçirmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı, bölüşneyi bilen bir halk oluşu kastettiğim. Elbette müsrifliğe varmaz bu durum, her ne kadar içimizde “kubuz” bir damar varsa da, aynı damarın bir gereği olarak yeri geldiğinde tutumlu olmayı başarırız büyük ölçüde; çünkü işin ucunda “namerde muhtaç duruma düşmek” gibi gerçekten tehlikeli bir durum da vardır.
Konya’daki yerleşik halkın davranış ve itiyatlarında belirginleşen bu tür hususiyetler bu halkın öz üretimi olan kültüre ve bu kültürün mütemmim cüzü addedilmesi gereken siyasetlerine de yansır. Ovalı, yani “tozlu”larımızın yeme, içme ve eğlenme kültürlerinin siyaseten de onlara kimilerine “sinsice” gelebilecek bir ihtiyat ve temkin kazandırdığını söylersem belki birçoğunuz itiraz edecek buna, ama öyle.
Diğer taraftan dağlılarımızın, yani “çıtak”larımızın mert, atılgan, açık sözlü ve çalışkan yaşama kültürlerini aynı şekilde siyasete de yansıttıklarının ayırdında olmamız gerekir. Fakat ilginçtir, çözülmesi en zor meseleleri çözmede gösterdikleri mahirane tutum halim selim tabiatlı ovalı hemşerilerimiz nezdinde inanılmaz gelir neredeyse.
Osmanlı fukahasının genelde dağlık bölgelerden çıktığına işaret eden birçok kişi bunu yeme içme kültürüyle ilişkilendirerek, çıkılması zor, sarp tepelere keçilerin tırmanmada gösterdikleri mahareti bu fukahanın zor meselelerin çözümünde sergilemesi arasında bir teşbih görürler.
Modernleşme süreçleriyle birlikte birçok toplumsal adet, anane ve itiyadın kaybolmaya yüz tuttuğunu biliyoruz. Modernleşme süreçlerine halkın katılımının benim gibi modernliğin nötr bir insanlık hali, insan hallerinden bir hal olduğunu inanan birine bile ürkünç geldiğini düşünürsek, halkın bu şevkinin temel sebeplerini anlamaya yorumlamaya daha fazla gayret sarf etmemiz gerektiği de ortada.
Ve bu şevkin kültürel-siyasal-ekonomik matrislerde kapladığı yeri daha ihtimamlı bir şekilde çözümlemek elzem. Lakin bu konuda herhangi bir fikri atılımı yok Konya’nın, Konyalı münevverlerin, Konya’nın burne-i pişeganının. Artık kimin niçin yanında olduğunun bile ayırdına varamayan insanlar güruhu olmaya doğru doludizgin giden bir şehir halkı olduğumuz fark edilmiyor. Medeniyet Okulu ve benzeri ilk bakışta önemli, hem de çok önemli projelere imza atan yetkililerimizin yaptıkları programlarla bu projelerin içeriğini dolduramadıklarını, sadece günü kurtarmakla yetindiklerini görmek de bizi üzüyor.
Şehrin kültürel hayatını canlı tutacak iletişim kanallarının kapalı oluşuna da hayret etmek gerekiyor öte yandan. Belki de bütün bunlar siyasal süreçlerin istenmeyen sonuçlarıdır kimbilir.