Geçen hafta sonunda Konya Gıda ve Tarım Üniversitesinin düzenlediği “İklim ve Gıda Krizi Çalıştay'ına katıldım. Son zamanlarda iyi organize edilen, muhtevası bilimsel olduğu kadar tecrübeyi de aktaran çalıştaylardan biriydi diyebilirim. Bu manada Konya Şeker ve Gıda ve Tarım Üniversitesini tebrik ederim. Konu, Konya Şeker’i kullandıkları hammadde itibariyle doğrudan ilgilendirmektedir de. Çalıştay’a yerelden ve dışarıdan bilim insanları yanında sivil toplum, çiftçi temsilcileri, akademisyen, üreticiler ve üst seviyede bürokratlar ve şeker sanayinin temsilcileri katıldı. Çalıştay yorumlarken konuşmacıların yaptıkları bildirilerin detayına girecek değilim ancak, anlatılmak istenen, ne sebeple ve neye bağlı olursa olsun dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemde de temiz (tatlı) su varlığının giderek azaldığının, bunun da gıda arzına yansıdığının açıkça görüldüğüdür. Su olmadan üretim, üretim olmadan gıda, gıda olmadan canlılık, canlı olmadan da hayat olmaz. Bu cümlenin anlamını daha ileriye götürebilir veya detaylarına daha da inebiliriz ancak demek istediğimiz çevre-iklim ilişkisinin, üretim-gıda çıktısını olumsuz etkilediğinin artık saklanamaz duruma geldiğidir.
Dünyanın birçok yerinde kuraklık-gıda krizi için çeşitli boyutlarda bilimsel çalışmalara veya tecrübeyi esas alan çeşitli toplantılar yapılıyor, gıdaya ulaşmada yakın gelecekte oldukça zorlaşacağı ifade ediliyor. Bu çalışmalar dar bölgeler veya ülkesel esaslı yapıldığı gibi küresel boyutta da ele alınıyor, ancak alınan kararların bir türlü yaptırıma yansımıyor ve verimli sonuçlara ulaşılamıyor. Şimdi geriye yaslayıp şöyle bir düşünelim. Bir yerde kaza olmuş, yaralılar ve ölüler var. Ölüler defin, yaralılar tedavi edilmiş. Kazanın oluş sebeplerine dair bilgilere toplanıp alınacak tedbirler not edilse de herhangi bir tedbir alınmadığı için kazalar devam ediyor, ne gariptir ki her kazada ihmaller de not ediliyor ancak bunları hem sürücü hem de devlet otoritesi nezdinde umursayan yok. Bu arada nüfus ve vasıta sayısında artışa devam, vasıtalarda ortalama hız da yükseliyor. Bu araçlar yeni yollar, teknik destekler istese de değişik boyutlarda meydana gelen kazalarda ölü ve yaralı sayısı giderek artıyor. Ulaşımda geldiğimiz nokta burada verilen örnekten çok ileride yapılmış durumda. Mesele bir mantığın nasıl tersine işlediğini ortaya koymaktır. Aynısı neden tarım için yapılmadı, toplantılarda yıllardır sözü edilen su-gıda arzında daralmalar için tedbirler alınmadı, sektörde onca iyileştirmeler inkâr edilemez ancak sulama suyunu tasarruflu ve etkin kullanma açısından alınan kararlarda verilemedi. Ülkemde de nüfus artıyor, tüm sektörlerde gelişmeler var, tarımda da çok iyi noktalara gelindi ancak üretim için birinci kaynak sulama suyunu tasarruflu-verimli kullanmada başarılı olunamadı. Bunda tüm suçu devlete de yüklemek doğru değil. Üretici de kendi bildiğini yaptı.
Dünyada da durum iyi değil. 1970 de 4 milyar olan dünya nüfusu 50 sene içinde ikiye katlayarak 2020 de 8 milyara, günümüzde ise 8.1 milyara ulamıştır. Bunca nüfus giyecek, yiyecek, enerji ve barınma yerlerine ihtiyaç duyar. Teknolojik uygulamalar artıyor ancak açlık, hastalık ve fakirlikte artıyor. Şu çok iyi bilinmelidir ki, ne sebeple olursa olsun, kuraklık ve su krizinin dünyanın tek ve önemli bir meselesi ve su ve toprak tüm canlılarının ortak gıda kaynağıdır. Modern sanayi ve yüksek teknolojinin getirileri elbette ret edilemez ancak teknoloji sera gazlarını yükselterek tüm canlılar ve insanlık için gıda kaynaklarını sınırlıyor ise en azından sınırlandırılmalıdır.
Ülkem için sebebi ne olursa olsun, su kaynaklarının azalmasında ki tehlike önemli noktalara ulaşmış ise bunu birinci derecede önleyecek olan üreticinin kendisidir, tedbir de üreticidedir. Bunun için hiçbir otorite ve kimse bana ne dememeli, devleti kaybetmeden ortak çözümde uzlaşma yolları aramalıdır.