Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, birçok diyara giden yolların tam üstünde, uğrak noktası olarak bilinen bir şehir varmış. Şehir o memleketin en işlek, en gözde, en göz önünde, idaresi zor, karışanı-girişeni çok, hem tehlikelerle, hem de dünya nimetleriyle en fazla karşı karşıya olma özelliği taşıyormuş.
Tarih boyunca çok kuşatılmış, çok el değiştirmiş, kuşatmalara karşıda oldukça sağlam ve sürekli güçlendirilen surlara sahipmiş. Şehrin dayanması, savunulması memleket açısından çok önemliymiş. Bazı dönemlerde Payitaht istila ve işgale maruz kalsa, bu şehir geçici payitaht olarak akla gelir, Sultanlar ve şehzadeler, bu şehre ikinci bir payitaht gözüyle bakarlarmış.
Şehrin ahalisi şehrin bu özellikleri yüzünden, kendilerine değişik unvanlar takar, öyle bir övünürlermiş ki, bu övünme hikayelerinde kantarın topuzu birçok defa kaçarmış. Şehir hanlarıyla, aşhaneleriyle meşhurmuş. Uzak ve yakın birçok diyardan gelen kervanlar bu şehre uğramadan geçmedikleri için, şehirde ticaret oldukça gelişmiş. Gelişmiş amma, zengin ve fakir arasındaki uçurum da bir o kadar artmış. Şehrin zenginleri, bölüşmeyi ve paylaşmayı unutmuşlar. Her şeyi kendilerinden bilmişler. Gurur ve kibrinden yanlarına yaklaşılamayan, mağrurlukta sınır tanımayan hallere bürünmüşler. Şehrin her tarafında sabahtan akşama kadar övünen benim sülalemde şu var bu var diye atan-tutan, gerinen, malının mülkünün çokluğunu birbirleriyle yarışanlar ortaya çıkmış. Bu hikayeler her mecliste konuşulur olmuş. Onları eleştirenlere, sen de kimsin, malımın ortağı mısın, haddini bil, hiçbir çulsuz benim karşımda böyle konuşamaz, aşınızı ekmeğinizi ben veriyorum. Ben olmasam açsın aç, ben senin velinimetinim benzeri laflar ederler, insanları sindirirlermiş.
Aradan beş sene kadar geçmiş. Ülkenin Sultanı birdenbire ölmüş. Evlatları taht kavgasına başlamışlar. Memleket taraflara bölünmüş. İşte bu karışık günlerde komşu diyarlardan birinin Sultanı ordusuyla gelmiş şehri kuşatmış. Vezirlerini toplayıp demiş ki, bu şehir bu memleketin kalbi. Memleketin en zenginleri bu şehirde. Altın ve akçenin haddi hesabı yok. Bu şehri almak payitahtı ele geçirmekten daha önemli. Bana bu şehri içten fethedecek, şehrin kapılarını açacak, gözü altına doymayan birini yada birilerini bulun!
Komşu diyarın Sultanının adamları, Sultanın huzuruna birini alıp getirmişler. Sultanım demişler, bu zat, şehrin hatırlı zenginlerinden biridir. Bizim diyarımızda da dükkanları, hanları vardır. Sizinle görüşmeyi diledi. Onun için aldık getirdik. Sultan ayakta kalma demiş, otur da öyle anlat.
Zengin adam, Sultanım demiş, benim muradım şehrin en zengini olmak değil, memleketin en zengini olmak. Memleket karışık. Şehzadeler Sultan olmak için savaşırken şehrimizin kuşatılacağını biliyordum. Beni bu memleketin en zengin insanı yapın, şehre nasıl gireceğinizi göstereyim. Tek bir ok atmadan, tek bir zayiat vermeden girin şehre. Benim malıma mülküme dokunmayın tek isteğim o…
Sultan, o iş kolay demiş. Ortalık fena karışık. Ancak senin gibi adamlar bu karışıklıktan da para kazanır. Böyle adamları severim. Sen bana sadece bugün için değil, gelecek günler içinde lazımsın.
Zengin adam, şehrin gizli girişlerini Sultana göstermiş. Şehir, öyle bir sabaha uyanmış ki, sokaklarına varıncaya kadar her yer işgal altında. Herkes kim yaptı bu hainliği diye sormuş amma, bu soruların bir cevabı yokmuş. Komşu diyarın Sultanı, fakirlere dokunmayın demiş, şu zenginlerin tamamını şehrin meydanına toplayın, hükmümü öyle vereceğim.
Şehrini altına akçeye satan zenginde dahil herkesi toplamışlar meydana. Sultan, zenginler, beyler, ağalar demiş, niyetim insanlara kıymak değil. Şehri ele geçirmenin bedeli olarak, zenginliğinize el koymak. Size akşam vaktine kadar izin. Herkes altınını, akçesini getirip bu meydana yığacak. Değerli taşlar, ziynet eşyaları da dahil. Vay mağlupların haline denmiştir. Kim altın ve akçesini saklar ise, onunda kellesini yine bu meydanda alacağımdan da kimsenin kuşkusu olmasın.
Akşama kadar kimin nesi var, nesi yok meydana yığılmış. Altın ve akçeden meydanda kocaman bir tepe oluşmuş. Bu şehirde bu kadar da altın akçe var mıymış diyenler şaşkınlıktan küçük dillerini yutacaklarmış. Sultan şehrin fakir fukarasını çağırmış. Çoluk-çocuk herkes gelsin demiş. Sonrada herkes birer avuç altın alsın gitsin demiş. Fakirler ömrümüzde böyle kuşatma görmüş değiliz demişler. Her gelen birer avuç altın almış gitmiş. Sultan gördüğünüz gibi demiş, altın-akçe dağından pek bir şey eksilmedi. Sizin yapamadığınızı ben yaptım. Ardından şehrin gizili geçitlerini gösteren zengini çağırmış.
Ey ahali demiş, bu zat bu şehirde benim en güvendiğim adamdır. Bu şehirde benim gözüm kulağımdır. Tek söz sahibidir. Sonra adamlarına emir vermiş. Şu altın akçe tepesini dörde bölün demiş. Bu dörde bölünmüş kısmın biri, bu zatındır. Bunu hak etti. Zenginlerden biri, Sultanım demiş, bundan sonra biz ne olacağız? Sultan, bundan sonrasına demiş, yeni beyiniz karar verecek. Artık, şehrin ağası da o, beyi de o, Vali Paşası da o. Yüz kadar muhafız bırakıp diğer altın ve akçeyi de alarak, çıkmış gitmiş şehirden.
Zengine bıraktığı miktar bile o kadar çokmuş ki, adam bir anda memleketin en zengin adamı haline gelmiş. Ancak yapmış olduğu hainlik, her geçen gün şehrin vicdanını kanatmaya başlamış.
Ahali demiş ki, evet biz iyi huylara sahip değildik. Fakir fukaranın yüzüne bakmaz idik. Yabancı diyarlardan bir Sultan geldi. Fakirlere istendiğinde neler yapılabileceğini gösterdi. Onunla da kalmadı, zenginin zenginliğinin de nasıl bir anda bitivereceğini, o insanların bir günde bir lokma ekmeğe, bir kaşık çorbaya muhtaç kalabileceklerini gösterdi. Böyle bir ibreti bu şehir bugüne kadar hiç yaşamadı. Demek ki, böyle olmadan yapılan yanlışlıklar görülmeyecekmiş demişler ve ağlaşmışlar.
Yaptığı hainlik ve hıyanetlikle şehrin tamamını satın alan, adam işgalci muhafızların başını çağırmış. Bizim zenginler demiş siz bilmezsiniz kirli çıkıdır. Evlerini bir basın bakalım neler bulacaksınız. Bulduğunuzu getirin aramızda pay edelim. Muhafız başının gözleri parlamış. Emrin baş üstüne beyim demiş. Gerçekten de adamın dediği gibi çıkmış, büyükçe bir oda dolusu altın akçe toplanmış.
Adam, sözüm söz demiş bu gördüklerinizin yarısı sizin. Bu şehir beni zengin etti, benim yanımda yer alanlarda elbet zenginliğin bir ucundan tutacak demiş. Muhafızlar ve Muhafız başı birer çuval altın sahibi olmuşlar.
Ancak şehirde zengin adama karşı nefret ve kin yükselmeye başlamış. Ahalinin ileri gelenleri, güya demişler kuşatma kalktı, bu adam bizi kuşatma altında tutmaya devam ediyor. Elimizde ne var ne yok, her şeyi aldı, bu aç gözlünün gözü ne zaman doyacak bilen var mı?
Aradan bir sene daha geçmiş. Taht mücadelesi yapan dört şehzadenin, yaşça üçüncüsü olan Şehzade iki ağabeyini ve küçük kardeşini yenerek, Payitahta Sultan olarak girmiş. Hemen vezirlerini toplamış.
Memleketimiz taht kavgalarından, taraf tutmaktan, işgallerden, istilalardan başını alamadı demiş. Bugünden sonra, kim ne hainlik yaptı, kim bu memlekete hıyanet etti, bunları cezasız bırakmayacağım. Memleketine sahip olanlarda, sahip çıkanlarda bunun mükafatını görecekler demiş. Sonra da, artık memleketin en zengini hale gelen zengini Payitahta davet etmiş. Daveti yapan yeni Sultanın adamları Sultandan bir ferman getirmişler. Fermanda, Sultan, seni memleketime Vezir eyledim. Senin yerin benim yanımdır. Bu ferman sana ulaştığında, benim yanıma gelmek için yola çıkasın diye yazıyormuş.
Zengin adam, işte demiş istediğim haber bu. Vezirlik benim için atlama taşı. Bugün Vezir, yarın Sultan neden olmasın demiş kendi kendine. Muhafızların Başı, beyim demiş, bu göz alıcı davete uyma, bu bir tuzak, gel bu şehirden çıkıp gidelim. Kendimize uzak bir diyarda yeni bir hayat kuralım. Vezirlik unvanıyla aklı başından giden adamın kimseyi dinleyecek hali yokmuş. Benim demiş Payitahta gitmem lazım. Sürmüş atını Payitahta doğru. Muhafız başı, adamlarını toplamış, yeni Vezir şehirden çıkar çıkmaz, gecenin karanlığına karışıp kaybolmuşlar.
Yeni vezir Payitaht yolunda mola verdikleri ilk handa, kellesini kaybetmiş. Hainlerin ve hıyanet edenlerin sonu budur demiş kellesini alan. Hazinesine el koymuşlar, şehir deki ahaliye dağıtmışlar. Anlatırlar ki; o günden sonra, şehirde zengin-fakir ayrımı ortadan kalkmış. Gurur-kibir ve mağrurluk rafa kalkmış. Kim gurura, kibre kapılsa, kim mağrurluğa heves etse, kuşatma hikayeleri dile getirilir, hevesliler tövbe eder vazgeçerlermiş yaptıklarından.
Şehir şehire, diyar diyara, gururlu gururluya, kibirli kibirliye, mağrur mağrura zengin zengine, fakir fakire, Sultan Sultana, Muhafız başı Muhafız başına, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…