Kusurlu Hareketler

Akif Kuruçay

Sibeveyh adında ünlü bir gramer âlimini devrin Abbasi halifesi zindana attırmış. Bir zaman sonra halife bakmış ki âlim hapiste çok mutlu, ilmini ilerletiyor eser telif ediyor, şaşırmış. Yardımcısına yarı öfkeli yarı çaresiz “ben bu adamı cezalandırmak, tecrit etmek istemiştim; böyle olacağını düşünmemiştim.” demiş. Yardımcısının önerisi şöyle olmuş: Yanına bir cahil koyun!

Mevlâna da Mesnevi’sinin bir yerinde az önceki kıssada anlatılana benzer biçimde cinsleri farklı olanların bir araya gelme zaruretinden doğan dramatik buluşmaya temas eder. Yanılmıyorsam “görünür kaza” diyordu bu duruma.

Hâlimiz buna benziyor. Dünyamız o veya bu nedenlerle daraltıldı ve küçültüldü. Ama biz pes etmek istemedik. Yine kendimizi eğleyecek, mükellefiyetlerimizi aksatmayacak bir şekilde tanzim ettik. Ancak bizi daraltımızda bile bırakmıyorlar, birini, bir şeyi musallat ediyorlar mutlaka, insicamı hepten kaybedip ipleri ellerine verelim diye.  

Hayatın seyri içerisinde bu türden karşılaşmalar sıkça yaşanıyor. Hatta bazen de bu çakışmanın taraflarından biri oluyoruz ister istemez. Bu hâlin en çok iki yerde, medyada, özellikle de sosyal mecra denen dijital mahallede yaşandığına inanıyorum. Yalan, iftira, çarpıtma, karalama, yaftalama haberler, operasyonlar, şantaj girişimleri gibi akla gelebilecek her tür kötülük normalleşmiş olarak hayatımıza duhul ediyor ve karşılık da buluyor malesef. Evet, belki talibi olmadık başta; ama şimdi kanıksadık artık vazgeçilemez bir rükün konumundaki bu “sanal realite”yi  (ne tenakuz ama). Bize önerilmiş zindana cehaletle el ele gönüllü giriyoruz.

Sibeveyh’i zindan değil, cehalet ürkütmüştü. Yine de maruz kaldığı bu somut kötülüğe müdahale edebilme, onu ıslah edebilme imkânına sahipti. Biz bu kötülükle elimiz kolumuz bağlı nasıl baş edeceğiz, bilmiyoruz. Daha ciddi bir sorun daha var ki o da cehalet ortamının bir parçası olmakta sorun görmemek, yani ahlaki duyarsızlaşma. Bir eşikten sonra insanın değerler dünyası ters yüz oluyor, bir şeyin arzu edilebilir veya edilemez olduğu hakkındaki inançları köreliyor.

Basılı medyadan örnekleyelim: Medya takip merkezlerinin ilan ettiği raporda son bir yılda en fazla yalanlanmış haber yayımlayan 5 gazeteye baktığımızda üzücü bir manzarayla karşılaşıyoruz. Sabah’ın 45, Taraf’ın 22, Takvim’in 18, Akşam’ın 16, Yeni Şafak’ın 15 haberi yalanlanmış (bugünün tarihi itibariyle). Görüldüğü üzere bu gazetelerin çoğunluğu dindar ve muhafazakâr bir kitleye hitap ediyor. Sayıların büyüklüğü de gazetelerin ilkesel ihlaller konusundaki ısrarcılığına delil niteliğinde.

Demek ki okuyucuları, bu ilkesel sapmayı içselleştirmiş; bilgilenmek için (ki haber almanın kutsiyetine inanılır) aldıkları yayınlarda yalanlanmış bir haberin görünmüş olmasından rahatsızlık duymuyorlar. Okuyucunun, dürüst bilgilenmek hususundaki isteksizliğinin birçok cihetten irdelenmesi elzemdir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.