Bir söze başlamadan, hemen ne denildiğini anlamak, anlayıvermek, anlayışı güçlü ve zeki olanların harcıdır. Bu anlama kabiliyeti, bir çözümsüzlüğünde anahtarıdır adeta…Buna biz millet olarak leb demeden leblebiyi anlamak deriz.
Daha birkaç kelime söyledim söylemedim, ne dediğimi anlayıverdi, helal olsun adama diye övgü cümlelerini ardı ardına sıralarız.
Lakin, bizim en enteresan tarafımız, leb demeden leblebiyi anladığımızı iddia etmektir.
Bu konuda, açıkgöz geçiniriz, argo faslından yürüdüğümüzde uyanıklığı kimselere bırakmayız.
Bizimkisi nasıl bir leb demeden leblebiyi anlamaksa artık!
Keşke anlasaydık!
Keşke anlıyormuş gibi yapmasaydık!
Varsayalım ki, anladık, neye yaradı?
Ne geçti elimize?
Hangi derdimize derman bulduk?
Hangi problemimiz çözüldü?
Hangimizin aklı başına geldi?
Hangimizin ayakları suya değdi!
Hangimiz yanıldığımız anladık?
Hangimiz güvendiğimiz dağlara kar yağdı dedik?
Demek ki, leb demeden leblebiyi anlamamışız, anlayamamışız!
*****
Biz işin havasını severiz, hava atmasına vurgunuz! Yada havasını seviyormuş gibi görünmek hoşumuza gider, gururumuzu okşar.
Nasıl bir anlayışsa, nasıl bir kavrayışsa, halimizle pekte örtüşmeyen bir durumdur yaşadığımız!
Keşke öngörümüz olsaydı!
Keşke o açık diye savunduğumuz, yere göğe sığdıramadığımız ufkumuz bize zamanında yol gösterseydi.
Keşke yalanların, ardına bu kadar çok sığınmasaydık!
Keşke, hayaller bu kadar çok kuşatmasaydı her birimizi…
Keşke, birazda gerçekçi olabilseydik, hayal deryasında bu kadar çok kulaç atmasaydık!
Keşke takıntılarımız bu kadar fazla etkilemeseydi, esir almasaydı bizi!
Keşke sırtımızı yasladığımız dağlara, tepelere güvenirken, az biraz acaba sorularını sorsaydık kendimize!
Yollara düşerken temkin denilen o duyguyu kılavuz etseydik keşke…
Tedbir denen duyguyu da, heybemizin bir kefesine yerleştirmiş olsaydık özenle…
Leb demeden leblebiyi anlamak bu mu?
Böyle bir şey mi?
*****
Yaşadıklarımız, içinde bulunduğumuz kasvetli ortam, efkârdan başımızı kaldıramadığımız günler, ümitsizliğin yarattığı kalp çarpıntıları say say bitmeyen meseleler…
Nerden bilirdik?
Ne bilirdik?
Bütün bunların olacağını demenin sırası mı?
Değil elbet!
Ne büyük lafı dinler olduk ne de dost ve arkadaş tavsiyesi…
Burnumuzun dikine gittik gideli!
Benim aklım bana yeter dedik diyeli!
Her şey ortada değil mi?
Var mı kabul eden?
Var mı hatasını anlayan, hatasından dönen?
Var mı pişmanım diyen?
*****
Yola çıktık, yolda kaldık, yolda bırakıldık, hem de bir başımıza, bundan böyle başının çaresine kendin bak misali!
Leb demeden leblebiyi anlamak buysa, bu anlayışa kurban olayım diye dalga geçmeyen kalmaz bizlerle…
Zor günler geçiriyoruz…
Enflasyon hız kesmeden fena esiyor, dur-durak bilmiyor!
Fırsatçılar, bundan böyle bize her gün bayram dedikleri günlerin tam ortasındalar! Biz ise hâlâ hiçbir şeyden haberimiz yokmuş gibi davranıyoruz!
Kimi kandırıyorsak artık!
Kasımın ortasında, yılın sonuna doğru, el elde baş başta kalmışız, biz mi leb demeden leblebiyi anlamışız?
Hangi felaket bize ders oldu?
Hangisinden ders çıkardık? Ders aldık!
*****
Virüs varyantlarıyla aramızda dolaşırken, maskemiz yok, mesafemiz yok…
Aşı olmadım, olmayacağım arkadaş diye, attığımız hava kime? Bu nasıl bir yiğitlik?
Çiftçinin-köylünün yetiştirdiği ürün tarlasında kaldı…İşsizler ortada…Atanamayanlar, derdini anlatamayanlar meydanda…Emekli ve asgari ücretli döküldü kaldı….
İnsanlar Orhan Velinin anlattığı misal, çarşı- pazarı dolaşmak bedava, marketlerden eli boş dönmek bedava, bedava yaşıyoruz bu dünyada diyerek dolaşıyor.
Suriyeli, Somalili, Afganlı sığınmacılar daha ağzını açmadan, “l” dedi, “e” dedi, “b” dedi, leb dedi diye anlayanlar, bizi duymuyorlar!
Sonrada vatandaş halinden memnun deniyor.
Bizim leb dememiz kâr etmiyor, leblebi diye anlaşılmıyor her nedense!
Aylardır leb demek feryat demek, inilti demek, yokluk demek, sefalet demek, işsizlik demek, açlık demek, bir lokma ekmeğe muhtaç olmak demek, borç yükünün ve faturaların altında ezilmek demek. Leb demek, anlaşılamamak, farkına varılamamak demek!
Yok mu leb demeden leblebiyi anlayacak olan?