Bismillâhirrahmânirrahim.
Liyakat; layık olma, yaraşma, yaraşırlık, uygunluk, yeterlilik, yetenek gibi anlamları içerisinde barındıran bir kelimedir. Kısaca liyakat herhangi bir işte yeterli ve ehliyetli olan kimsenin fail olması anlamında kullanılmaktadır.
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır; “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”(Nisa Suresi 58. Ayet)
Ayet-i kerimede geçen emanet bugün bizlerin anladığı manada herhangi bir eşyanın başkasına muhafaza etmesi için verilmesi değildir. Rabbimizin ehli ne verilmesini emrettiği emanet, makam ve mevki sahiplerinin memurluk, işçilik gibi müesseseleri kabiliyetli ve ehliyetli insanlara teslim etmeleri emridir.
Efendimiz aleyhisselatü vesselam, kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soran bir bedeviye, “Emânet zâyi edildiği zaman” diye cevap vermiştir. Ardından bedevinin, “Emanet nasıl zayi olur?” diye sorması üzerine, Efendimiz aleyhisselatü vesselam ona şu cevabı vermiştir; “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” (Buhâri, İlim, 2, Rikak, 35; İbn Hanbel, Müsned, II, 361)
Yine Efendimiz aleyhisselatü vesselam, Ebu Zer’rin (r.a.) kendisinden memurluk talep etmesi üzerine ona şunları söylemiştir: “Ey Ebu Zer! Ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma. Memurluk bir emanettir, hakkını vermediğin takdirde kıyamet günü perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o günün perişanlığından kurtulur.” (Müslim, imaret, 17, hadis no: 1826)
Konuya açıklık getirmek adına vefat yıl dönümü olması sebebiyle milli görüş lideri Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN hocamızı da rahmetle anarak yapmış oldukları bir konuşmayı burada aktarmak isterim; -Arkadaşlar vaktiyle biz Hanefi Mezhebi’nin en önemli fıkıh kitaplarından biri olan Mülteka’yı okurken, av ve avcılık bahsinde şunları öğrendik. Avcı avını gördüğü zaman, besmeleyi çeker ve tetiğe basar. Avı vurduğunu hissederse, köpeğine tüyo verir, köpek gider avı yakalayıp getirir. Avcının köpeğin avı nasıl getirdiğine bakması farzdır. Dudakları ile mi götürdü yoksa dişleri ile mi götürdü? Eğer dudakları ile götürdü ise, onu sahibi için getirmiştir. Eğer dişledi ise, ona salyasını akıttı, kendi nefsi için tutuvermiştir. Eğer ısırdığı için hala ölmemişse, hemen orada besmele ile yeniden kesilir ve o zaman helaldir, sadece o ısırdığı yer kesilir köpeğe verilir. Ama eğer ısırdığı için öldü ise, o zaman o murdardır yenmez”
“Şimdi ben size ne anlatıyorum?
Bulunduğumuz ve imtihan olunduğumuz makamlar ve imkânlar emanettir, bunları ısırarak salyamızı bunlara akıtıp murdar etmeyelim. Makamlar emanettir, bunlar gelip geçicidir. Bizim sahibimiz Rabbimiz ve davamız için kullanmamız gereken şeylerdir. Bunları ısırarak, bunlara salyamızı karıştırarak, hem kendimizi helak ederiz, hem de peşimizden gelenleri, arkamızdakileri helak ederiz”
Sonuç olarak bu dünyanın son bulacağı ve ahirette yaşadığımız hayatın hesabını vereceğimize inanan insanlar olarak liyakat ve ehliyeti gözetmek mecburiyetindeyiz. Günümüzde devlet kademelerinden özel sektördeki iş alanlarına kadar liyakat ve ehliyet esas alınmamaktadır. Bu durumun sonucu olarak da fert ve toplum olarak belirli belalara maruz kalmaktayız.
“Benim yeğenim, oğlum, kızım, akrabam… bu mevkide olsun, liyakatli ve ehliyetli olmasına gerek yok.” Şeklinde bir anlayış Müslümanın ne dinine ne de ahlakına sığar. Bizler ibadet hayatımızda (o alanda da eksiğiz ayrı bir konu) nasıl Efendimiz aleyhisselatü vesselamı ve O’nun sahabesini örnek alıyorsak çalıştığımız ortamda da örnek almak mecburiyetindeyiz.
Mecburiyetimizin sebebi de ateşe dayanacak gücümüzün olmamasıdır.