Oruç ayındayız, yemeyi içmeyi bıraktık, iyi hoş da bu hercümerç içinde savrulan maneviyatımızı yiyip tüketen dünyevi gaileler bizi bıraktı mı? İnsanın mahrumiyet zamanlarında kendisini dinlemesi iyi gelir. Oruç, aklınla işin içinden çıkamadığın endişelere gönülden çözümler getirebilir. Aklın vesveseler, desiselerle yarattığı korkular, mahrum ve suhuletli bu anlarda mağlup edilir.
Modern çağın indirgemeciliği insanın başına epey iş açmış, kalbi derinden yaralamıştır. Mesela indirgemeci yaklaşım orucu, “fakirlerin hâlinden anlamak, onlarla empati kurabilmek için bir müddet aç kalmak” şeklinde tanımlayıp aktive ediyor. Devamında haklı olarak “Evet, görevimi yerine getirdim şimdi ise dilediğimce dünya nimetlerinden istifade edebilirim” düşüncesi geliyor. Helal yoldan olduktan sonra nerede duracağınıza sizin karar veriyor oluşunuzda bir sakınca görmüyor bu pragmatist zihniyet: O hâlde istediğiniz kadar çok kazanabilir ve sınırsızca yiyebilirsiniz. İkili zihin dünyası; insana şahdamarından bile yakın olan Yaratıcının rızasıyla, bir sonraki aşaması ancak “benim bedenim benim kararım” olan bencilliği bir yürekte barındırabileceğini sanıyor.
Sevdiğim Konya’lı bir şairin, Ahmet Murat’ın bir şiirinde şöyle bir dize var: “…akıl iki kere ikiyi iyice bilir, kalp ikiyi inkar edecektir…” Hakikat karşısında aklın fırsatçılığı ile kalbin sadakati arasındaki farkı ne güzel ifade etmiş. Büyükler aklın tekebbürle, kalbin de tefekkürle seyrine dikkatimizi çekmeye çalışmalarındaki hikmeti anlamak dilerim böyle günlerin hatrına daha mümkün olur.
“Bil ki ey oğlum sana fakriyeti vasiyet ederim. Sakın kardeşlerinin hakkını yeme! Cömertlik, Allah’ın peygamberi İbrahim’in; Rıza, Allah’ın peygamberi İshak’ın; Sabır, Allah’ın peygamberi Eyüp’ün; İşaret, Allah’ın peygamberi Zekeriya’nın; Gurbet, Allah’ın peygamberi Yusuf’un; Seyahat, Allah’ın peygamberi İsa’nın; Fakriyet ise Allah’ın peygamberi, sevgilimiz Muhammed Mustafa’nın hasletidir.”
İslam tasavvufunun büyük isimlerinden Abdülkadir Geylani’nin Divan’ı yukarıdaki satırların yer aldığı görkemli bir vasiyet faslı ile sona eriyor. İçinde “bin aydan hayırlı olduğu işaret edilen bir Kadir gecesi” bulunduran Ramazan ayında tevafuk eseri elime aldığım bu kitabın son kısmında yer alan vasiyetinde Geylani’nın, ısrarla fakriyet üzerinde durduğunu görünce bunu bir tefe’ül saydım ve sizinle de paylaşmak istedim. Zuhurata serfüru etmiş kimseler bilirler ki işaretlerle dolu dünya yolculuğumuzda Kur’an ve Peygamber-i Zişan insana rehberdir. Bizi kardeşleştiren, birleştiren şey ise fakriyettir. Paraya boğuldukça, mansıba meylimiz çoğaldıkça cemiyetimizden ne kin ne adavet ne husumet ne zulüm eksilir. Hakk’ın rızası da hukukun manası da zail olur, adaletin terazisi kaybolur. Rütbe ve makamların Allah indinde yok sayıldığı mescitlerde ön saflar parsellenir. Hakikat, doğruluk olacak yerde, nüfuz sahiplerinin paşa hatrı, topluma hüküm olur. Bunlar oldukça da her şey pek fena olur.
Oruç başkalarının açlığına tokluğuna yönelmekten önce kul olmanın fakriyetini hakkıyla idrak edebilme vesilesidir bence. Devamı kamilen gelir zaten.
Şu seçkin vakitlerde insanın azalarını dinlendirip kalbini dinlemesi, vaktini tefekkür, tezekkür ve teşekkürle geçirmesi ne büyük saadet.