Türkü ve şarkılar üzerine yeni sözler yazmaya, onları espriyle karışık söylemeye ilk defa 60’lı yılların ortalarında şahit olmuştum.
Yıl 1965’ti!
Radyoların revaçta olduğu ve en çok sevilen türkülerden birinin üzerine yazılmış ve söylenmişti o sözler.
O türkü “Makaram sarı bağlar” adını taşıyordu.
Mazlumoğlu İsmail’in kaynak kişisi olduğu, Muzaffer Sarısözen’in derlediği, Cemile Şahin’in notaya aldığı bir Diyarbakır türküsüydü.
Pahalılığın o yıllarda sardığı insanlar nasıl duyuracaklardı seslerini?
Sahneye koyulan oyunlarla…
Mahalli oyuncular, bulundukları şehir ve ilçelerde, orta oyunu tarzında yazılan oyunlarla ve amatör oyuncularıyla toplumun derdini, sıkıntısını sahnelerlerdi.
Makaram Sarı Bağlar türküsü de, böyle bir oyunda, esprili bir şekilde, Valinin, Kaymakamın, şehir ve ilçe erkânının huzurunda sahneye konmuştu!
Nasıl mı?
“Makaram sarı bağlar, Bölükbaşı söyler el ağlar/ Seçimler yaklaştıkça aday seçmeni yağlar”
“Makarada ipliğim, cebimde yok tekliğim / Hiç aklımdan çıkmıyor günlerce aç gezdiğim!”
“O perde o perde, hani Personel kanunu nerde/ Pahalılık sardı da bizi nidek yazımız böyle”
Rahmetli Osman Bölükbaşı öyle bir konuşurdu ki, onu dinleyenler bazen ağlar, bazen güler, bazen de onun sözleri meydanları alkışa boğardı.
Pahalılık yaklaşık 60 yıl öncede vardı. Çaresiz insanlar, ne edelim, ne yapalım yazımız böyle, kaderimiz böyle diye yazmışlar söylemişlerdi, dost meclislerinde.
*****
“Makaram sarı bağlar” ya da yaygın adıyla, “O perde!” o yıllardan aklımda kaldı.
O perde diye başlayan dizeler türkünün nakaratıydı.
“Makaram sarı bağlar kız söyler gelin ağlar / Niye ben ölmüş müyem Asyam karalar bağlar” diye başlıyor, “Sarı gülü derende, insaf senin nerende / Kabahat sende değil sana gönül verende” diye devam ediyordu.
Nakaratı ise, “O perde o perde zülfün yüzüne perde” diye başlıyordu.
O yıllarda 657 dediğimiz Personel kanunu daha çıkmamıştı. O yılların 3600 ek göstergesi gibi bir şeydi!
Türkü ve şarkı sözleri üzerine usturuplu ve uygun sözler yazma konusunda sıkıntı çekildiğini görenlerden ve duyanlardan değilim.
Netice de, bu millet ezelden şair tabiatlı bir millet. Herkes az biraz şairdi. Herkesin kalemle bir aşinalığı vardı! Kalem eline değenler, aldılar kalemleri ellerine, yazdılar başlarına gelen ne varsa! Döktüler kağıtlara dertlerini…
O dökülen dertler, şiir oldu, hikaye oldu, ağıt oldu, destan oldu, üzerine türkü yakılan konu oldu, yıllarca anlatıldı durdu.
Duymayan kalmadı, duyan duydu, duymak istemeyen yine duymadı!
Aşıklık fıtratımızda vardı. Hemen bir çoğumuz eline sazı , mızrabı almış, dokunmuştu sazın teline…
“Küçük yaşta aldım sazı elime / Dertli dertli vurdum sazın teline” diyen o içli türkü milletin ruhunun adeta bir yansımasıydı.
*****
Enflasyon, virüs gibi aldı varyantlarını yanına adını da pahalılık koydu. Siz daha pahalılık görmemişsiniz, bunlar daha ne ki dedi, bastı gaza, bazılarınız sağ çıkamayacak yaza dedi geçti gitti!
Hayat pahalılığı denen şey geldi çöktü boğazımıza!
Tarlamıza girdi, bahçemize geldi, sofralarımıza oturdu, hanelerimizde baş köşeye vardı kuruldu!
Mutfakların canına okudu, dolaplar tamtakır oldu.
Kapıdan kovdular, bacadan girdi!
Pencereleri taşa tuttu!
Çatıdaki kiremitleri kırdı.
Bir şekilde dikkatleri üzerine topladı.
Her şeyin var olduğu lakin, alım gücünün dibe vurmasıyla birlikte pazar ve marketlerden boş filelerle, boş Pazar çantalarıyla dönenlerin çoğaldığı bir manzara hakim oldu her yere!
Lakin, insanlar pahalılıktan illallah dedi, yaka silkti!
Sıdkım sıyrıldı artık dedi!
Bıraksın yakamızı dedi!
*****
Pahalılık bizi sarmak zorunda mıydı? Her şey bu kadar pahalı olma zorunda mıydı? Neden bu pahalılık? Neden her şey iğneden ipliğe varıncaya kadar pahalı? Bu pahalılık ne olacak, nereye varacak, nereye kadar gidecek?
Market ve pazarlarda ucuz bir şey bulan insanlar neden sevindirik oluyor!
Bozuk para dönemini kapatan, kuruşlarla lira arasına set çeken pahalılığı ne tetikledi?
Pahalılık kaderimiz mi? Yazımız mı? Pahalılık bitecek mi? Bitecekse ne zaman?
Biz ayrılamayız diye bir şarkı vardı ya hani! Bu şarkı döndü dolaştı “Ayrılmalıyız artık!” şarkısına döndü.
Sonra onu hâlâ seviyorum, lakin olmuyor, yürümüyor, gitmiyor şeklinde kelimeler eklenmeye başladı bu şarkının dizelerine…
Benden bu kadar diyenler…Buraya kadar diyenler…Üzüldüm amma, buraya kadarmış diyenler…
Çok isterdim, çok da istedim, ayaklarımı diredim, olmadı, olmuyor diyenler…
Filim koptu, her güzel şey gibi bitti diye eksantrik kelimeleri yan yana getirenler…
Pazara kadar değil, mezara kadar diyorduk, keşke olmasaydı, keşke bu kadar çok keşke demeseydik diye konuşanlar o kadar çok ki…
*****
Makaramda ipliğim, cebimde yok tekliğim diye makaram sarı bağlar türküsüne söz yazıp sahnede 60 yıl önce sergileyen insanların anlattıkları değişti mi, bitti mi?
Keşke bitseydi, keşke değişseydi!
Cebimizde yine tekliğimiz yani bir liramız dahi yok!
Olsa da alım gücü yok.
Artık o bir lira bir ekmek etmiyor!
Hatta küçük bir şişe su almaya yetmiyor!