Mart ayının ne yapacağı belli olmaz

İsmail Detseli

“Marta kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır”, “Mart gönlü olursa dokuz gönlü olmazsa otuz çeker”, “Ocağınıza Mart karı yağarsa görürsünüz gününüzü.” 
Mart ayı ile ilgili daha birçok deyimler atasözleri vardır. 
Bu yıl çok kurak bir güz ve kış yaşadık, Allah sonumuzu hayreylesin. Şubat ayında başlayan, havaya, suya ve son olarak da toprağa düşen cemreler Mart ayının 11. günü sona ererken başlayan Mart Dokuzu belli ki 9 değil 30 çekecek ya da çok şiddetli kış yapacak gibi, meteorolojik söylemlere göre....
Gerek ilerlemiş yaşımın verdiği tecrübelerle gerek atalarımızın anlattıklarından geçmişe dönük Mart kışlarını hatırladıkça bunu hiç de yadırgamadım. 
“Hani Mart kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırır” sözü mecazi sözdür aslında metal olan kazma küreği değil onların sapını yaktırır manasınadır. Evde yakacak odun kalmaz böyle çok soğuk bir kışda vuku bulursa artık insanlar tahta taraba çalı çırpı eline ne geçerse yakar ki yuvaları ısınsın. 
Hiç unutmadığım bir anı 1971 yılının 12 Mart’ında böyle bir kış olmuştu. İki günde kırsalda birçok insan ölmüş hatta sayısız davar sığır telef olmuştu. 1980-85 yılları arasında tam yılı hatırlayamadım ama yine böyle bir kış yaşadık. Meyve ağaçları çağlaya dönüşmüş kayısı ve badem çağlaları nohut tanesinden daha büyük halde idiler. O yılda iki üç gün süren ve çokça yağan sulu karların ağaçlar üzerinde kalıp don yapması ile bütün meyveler donup dökülmüş o yıl erken açan meyvelerden bir tane kalmamıştı.
1961 yılında çalışmak için gittiğim İzmir’den Konya’ya köyüme Mart ayı sonlarında izinli gelmiştim. Adeta baharın alabildiğine yaşandığı Ege’den yaz giysileri ile geldiğim Konya’da öyle bir Mart soğuğu ile karşılaşmıştım ki anlatamam. O yılların en iyi ve lüks ulaşım aracı olan faytona Kayalıpark’tan bindik. Şeker fabrikasında bir tanıdığımız müdür muavini ağabeyi ziyarete gitmiştik. Yağan kar ve esen tipi ile iliklerimize kadar donmuş, arkadaşım Ali ile ağlayarak müdürün odasında ıhlamur içmiş, zor ısınmıştık. 
1995 yılının Kurban bayramına rastlayan Mayıs ayının altıncı Hıdrillez günü lapa lapa yağan ve akşamlara kadar yağan karlarla şehre mallarını satmak için gelenlerin Mart kışı ile perişan olduklarına şahit olmuştuk. 
1998’in Mart ayının 21. günü yağan karları ise şiirli bir ifade ile kaleme almışım. “Bugün Mart’ın yirmi biri/ Kar yağıyor iri iri/ Tarlalara bereketi verir rabbim” diye.
2010 yılında yine bir Mart Dokuzu olan Martın 15’ini hatırlıyorum. Umreye gidecektik. O gün yağan kar ve tipi, meyveye dönmekte olan ağaçları üşütmüştü. Nisanda döndüğümüzde badem ve kayısıların üşüdüğüne ve o yıl meyvenin kıt olduğuna şahit olmuştuk.
Kış günlerinde yağmur duasına çıkmayı son yıllarda çok yaşar olduk, oysa eski küçüklük yıllarımı hatırlıyorum. Baharın gelişi şayet kuraklığı hissettiriyorsa köyümüz ve civarımızdaki bütün köylerin büyükleri toplanırlar her gün bir köyde olmak üzere kalabalık insanların toplanması ile yağmur duaları yaparlardı. 
Çakıl okumaya gelince... Köy ileri gelenlerinin hocaların talimatı ile analarımız sabahleyin erkenden biz çocukları uyandırır çaylara derelere çakıl toplamak için gönderirlerdi. Torbalara doldurduğumuz çakılları getirip hocaların önlerine koyardık. Köyün etrafında harmanlara tarlalara sabah namazı sonrası bütün köylüler toplanır çobanlar davarlarını sığırlarını salıp o meydana çıkarırlardı. İnsanların ellerinin avuçlarını yere bakar şekilde hocaların dualarına amin diye inleyen yakarışlarına dili yok ağzı yok diye tabir edilen o malların meleşmeleri birbirine karışırdı. O okunan çakılları tekrar götürüp sulu çaylara derelere döker gelirdik. Rabbim bunca duayı yakarmayı boşa çıkarmaz mutlaka bereketli yağmurlar verirdi.
Doksanlı yıllarda Eksilalı (Çatören) Bünyamin isimli bir amcamız vardı merhum oldu. Allah rahmet eylesin, o anlatmıştı böyle bir dua anısını. 
May kasabasını hepiniz bilirsiniz. Sanırım bu köyde yetişmiş çok Âlim bir zat varmış. Çok açık sözlü, sözünü dudaktan esirgemeyen bir kişiliğe sahip olduğu için ona köyünde ve civar köylerde Deli Mustafa Hoca derlermiş. Böyle yağmurun kıt olduğu yıllarda günlerce köylüler yağmur duasına çıkmışlar ancak istenen yağmur bir türlü yağmamış. Mustafa Hoca ortalıktan kaybolmuş günlerce evinden çıkmamış onu eşi dahil hiç gören de olmamış. Bu durumdan mutazarrır olan köylüler bir sabah erkence tam sabah sığır davar yaylıma gideceği vakitte toplanmışlar. Hoca efendinin hanımına hocanın günlerdir görünmediğini sormuşlar. Hanım yenge “Vallahi gomşular, ben de görmüyorum evin ücra bir köşesine çekildi. Günlerdir yemez içmez oradan da çıkmaz” demiş. Büyükler seslenmişler “Mustafa ağa çık artık dışarı bizi endişelendirme” diye. Hocaefendi evinin penceresini açıp görünmüş ve ellerini açmış şöyle yakarmış rabbimize. “Ey rabbim sen bize indirdiğin Kuran-ı Kerim’inde bana şu dualarla yakarırsanız istediğinizi veririm diyorsun bütün bu duaları içtenlikle okuduk isteğimiz olmadı... Hâşâ... Ya inen ayetlerin yanlış ya da biz okumasını istemesini bilmiyoruz, hatamızı günahımızı yüzümüze vurma. Bunca yarattıklarını yağmursuz, susuz, bereketsiz koyma... O geniş umman olan hazinenden ver gayri rabbim” diye ağlamış yakarmış ve birkaç dakika sonra gökten bardaktan boşanırcasına yağmur yağdığına şahit olduk derlerdi. 
İşte hata yine bizdedir. Küslükler, kibirlenmeler, bencillikler, bizlere pahalıya mal oluyor. İnşallah bu günlerde de Rabbim bizlere lütfundan vereceği bereketli yağmurları verir. Yer gök dua ile...

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.