Ara tatili de fırsat bilerek ve dahi küçük çaplı da olsa ilk yurtdışı deneyimimi yaşamak ve arkası kendiliğinden gelir niyetiyle geçtiğimiz hafta sonu Meis adasına gittim; evet, şu meşhur ada(!)
Kaş’tan feribotla on beş dakika içinde Meis adasına varıyorsunuz; Kaş’a sadece 2 km uzaklıkta ve de yüzölçümü 12 km²'cik.
Meis veya Kızılhisar; Doğu Akdeniz'de Yunanistan'a bağlı Oniki Ada (Dodekanesos) ilinde bir ada. Adadaki tek yerleşim yeri olan Kastellorizo (Megisti), Aziz Yuhanna Şövalyeler'nin buradaki kızıl kayalardan ötürü adaya verdikleri Château-Roux (Kızıl Şato) adının bozulmuş biçimiymiş. St. Jean Şövalyelerinden sonra ada sırasıyla Mısır, Napoli ve 1512'de Osmanlı egemenliğine girmiş, atalarımız kısa aralıklar dışında 1915'e kadar adayı ellerinde tutmuşlar. Burada fotoğrafları verme imkânım yok ama ara sokakların ve evlerin mimarisinde belirgin bir Osmanlı etkisi görülüyor.
I. Dünya Savaşı sırasında Fransızların eline geçen Meis, Lozan Antlaşması ile İtalya'ya verilmiş. II. Dünya Savaşı sonrasında ise On İki Ada'yla birlikte Yunanistan'a bağlanmış.
Az miktarda üzüm ve zeytin yetiştirilen adada en önemli uğraş olan sünger avcılığı yanında biz Türkler başta olmak üzere turistlerin de yöre halkının geçimlerini idame ettirmelerine büyük faydaları var.
FIRSAT BU FIRSAT(!)
Feribottan indiğimiz yerde doğal olarak Yunan gümrük noktasından geçiyoruz. Kaş’ta bizimkinde ziyaretçiler çeşitli içecekler ve çeşitli dillerdeki ‘hoş geldiniz’ yazılarıyla karşılanırken, Meis’teki alan derme çatma ve görevliler soğuk.
Pasaport işlemlerini tamamladıktan sonra ilk gözünüze çarpan hemen karşıdaki dev askeri gemi, hani şu sık sık tacizlerde bulunan. Yine hemen bu çevredeki free shopta ülkemizdekine göre çok daha ucuz parfümler, gözlükler vd. bulabiliyorsunuz.
Ziyaretçiler için iki gözlemim var. İlki, birçok Türk’ün, telefon kaydı için buraya geldiği. İkincisi de ; adanın hemen yanı başındaki Kaş ve diğer turistik yerlere göre oldukça ucuz yeme ve alkol imkânı sunması. Tabi burada Euro/lira dengesini iyi kurmalısınız. Para değerinden ziyade birim olarak düşünmelisiniz fiyatları. Gerçi kuru çevirdiğinizde dahi bizim diyarlara göre yine ucuz. Düşünün 1 euro yaklaşık 20 lira. Turistik beldelerimizde fiyatların nasıl astronomik olduğuna buradan pay biçin.
BÜYÜLEYİCİ BİR RENK CÜMBÜŞÜ
Ayağımızın tozuyla Meis adasında ve ara sokaklarda gezmeye başlıyorum. Açık birkaç küçük otel/pansiyon dışında evler kapalı. Yörenin ahalisi yazın geliyormuş evlerine. Evler tek veya çift katlı, köy tarzı bir görünüm hakim. Küçük işletme sahipleri bu küçük adada iç içe ve samimiler.
Biraz soluklanmak için oturduğumuz küçük kafenin hemen yanı başında küçük bir kilise dikkatimizi çekiyor, ama kapalı. Kafenin sahibi bu kilisenin papazı, eşi Barbara ve iki çocuğu, geliniyle yaşıyor. Kafelerde bizdeki gibi çay kültürü yok, sallama çay ve kahve çeşitleri ağırlıkta. Zaten yedikleri içtikleri bizden alınma.
Kafenin önünde küçük sürat teknesiyle papazın oğlu olduğunu öğrendiğimiz Hristo’nun davetiyle yol almaya başlıyoruz Mavi Mağara için. Buraya gelmeden yaptığım küçük araştırmada en mühim tavsiyeydi Mavi Mağara. Hristo az da olsa Türkçe biliyor ve on dakika mesafedeki Mavi Mağara denilen tabiat harikasına küçük seferler düzenleyerek aile bütçesine katkıda bulunuyor.
Dünyada az sayıda örneği olan mağarada, güneş ışınlarının mağaranın dar girişinden doğru açıda suya yansıması ile oluşan mavi renk sanki fosforlu bir tona bürünerek büyüleyici bir görüntü yaratıyor. Bu parlak mavi renk öyle muhteşem görünüyor ki görmeniz/yaşamanız gerekiyor, kelimeler kifayetsiz anlayacağınız.
Mağaranın bir metreyi bile bulmayan girişinden geçebilmek için Hristo’nun uyarısı ile tam zamanında kayıkta yere oturuyoruz. Bu geçiş heyecan verici ve sanki gözlerimi kapatıp açtığımda büyülü, gizemli bir yerdeyim. Hristo’nun dediğine göre nisan -mayıs aylarında giderseniz mağaranın içinde yavru fok balıkları görme şansınız da varmış.
VUR PATLASIN ÇAL OYNASIN
Balık yemek için geldiğimiz ‘Meltemi’ adlı mekânın sahibi İzmirli. Beş yıl önce gelmiş, bu küçük lokantayı açmış. ‘Normalde bu mevsimde buralar böyle olmaz, şanslısınız’ diyerek bizi çok sıcak karşılıyor ve ağırlıyor. Asıl sürprizse başka mekânda. Doğum gününü kutlamak için aynı mekânda bulunan biri için yanındakiler adeta seferber olmuş, küçük sürprizler hazırlamışlar. Yanındakilerin gelirken feribotta tanıştığımız ve müzik öğretmeni olduklarını öğrendiğim küçük grup olduğunu anlamam uzun sürmüyor; ellerine mikrofon ve çeşitli müzik aletlerini alarak bir anda sahneye ve lokantanın önündeki sokağa fırlıyorlar. Türkçe ve Yunanca bir mini konserle, oynanan oyunlar ve halaylarla lokantayı şenlik alanına çeviriyorlar. Güzel duygularla ve mutlu bir şekilde ayrılıyoruz İzmirli Gökhan’ın yerinden.
Daha çok Akdeniz’e özgü ‘vur patlasın çal oynasın’ havasındaki eğlenme kültürü adadaki ziyaretçileri de etkisine almış görünüyor. Ada halkı da, turistler de hallerinden memnun ve bir paragraf daha açmalıyım tam da burada; herkes oldukça kibar, anlayışlı, içten ve samimi. Ben gezi boyunca bunu gözlemledim. Sosyalleşmenin, farklı çevreleri, farklı kültürleri tanımanın ve bilmenin mutlulukta ve yumuşak huylulukta, toplumla iç içe yaşamada büyük etkileri olduğu muhakkak. Olaylara ve kişilere anlayışla bakmanın, önyargılardan uzaklaşmanın, çevremizle daha insancıl ilişkiler kurmamızın anahtarı hayatımızdaki güzellikleri, güzel hasletleri artırmak şüphesiz.