1989 yılının Türkiye’sinde kanayan yaraydı cezaevleri. Çözüm üretmek istemiyorlardı devleti yönetenler; aksine direnişteki tutuklu ve mahkûmları çözmek istiyorlardı. Bu yüzden şiddetle ve öldüresiye cezaevindekilerin üzerlerine gidiyorlardı.
Onlar terörist, onlar cani, onların yaşamaya bile hakkı yok diyorlardı. Türkiye, adaleti ve cezaevlerini yönetenlerin sözlerinin doğruluğu bile tartışmadan onlara inanırken; tek çareleri bedenlerini ölüme yatırmakta bulan cezaevindeki insanlar ise süresiz açlık grevine başvurmaktan başka çıkar yol bulamadıkları için, açlıkla ve ölüm oruçlarıyla seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Haklarını istiyorlardı, vermiyorlardı.
Birden bire cezaevlerinden cezaevlerine sevklerle sorunu çözmek için kollarını sıvayan siyasal iktidarın güçleri, Ağustos sıcağında sevkleri çare ve aslında bir intikam gibi gördü.
Bilinmeyen ama yaşanmış en acı gerçeğin adıydı “sevk”…
Yıllar sonra sevk film oldu; “Mavi Ring”.
Bir mendile damlatılmış bir damla suyun, insanın dudaklarına değmesiyle güçlenen ve süren direnişin en acı insani öyküsüdür, Mavi Ring.
Yönetmeni Ömer Leventoğlu, Fuat Kav'ın 1989 yılında Eskişehir'den Aydın Hapishanesi'ne mahkûm sevkini anlatan aynı adlı kitabından esinlenilerek yapılan bu film; işkence dolu bir “sevkiyatı” anlatıyor. Sevk sırasında yaşanan işkencenin insan onuruna saldırısını, bu saldırıya direnişin öyküsünü izliyorsunuz, izlemeye yüreğiniz dayanırsa.
Eskişehir Cezaevinde devam eden açlık grevinin 35. gününde gece yarısı başlayıp Aydın Cezaevine yapılan sevkin ve “insanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganı atarak ölüme sevk edilenlerin en acı öykülerinden biri olmuş bu film… O yıllarda yaşanmış birçok “sevk” ne kadar çok can aldı, ne kadar çok insan sakat kaldı. O bunlardan sadece birisi.
Bu acı, bu ölüme sevk; bu toprakların yaşanmış en kanlı, en ölümlü, en ıstıraplı insan acısıdır.
İşte bir acı öykünün başlangıcına dair yaşayanların yazdığı birkaç satır…
“1 Ağustos’u 2 Ağustos’a bağlayan gece saat 24.00’e yaklaşırken dışarıdan yoğun araba sesleri gelmeye başladı. Motor gürültüleri giderek yaklaşıp cezaevinin önüne yığıldı. Bir arkadaş ne olduğunu anlamak için güçlükle de olsa radyatörün üstüne tırmanarak malta penceresinden dışarıya baktı. Cezaevinin dış duvarının üstünde, karanlığın içinde araba farlarının ışıkları dolaşıyordu. Sonra birbiri ardına dizilmiş otobüsleri fark etti.
“Bir sürü otobüs gelmiş” dedi içeriye dönerek…(…)
Birden Mavi Ringi fark ettiler.
“Şu mavi ring. Erzincan’dan Eskişehir’e gelirken sizin bindirildiğiniz ring değil mi?” diye sordu Harun.
“Evet” dedi Mehmet, “o ring.”
Ringin dışındaki mavi renk yanıltıcıydı. İçi saç ve çelikten 80 cm. en, 120 cm. boy ve i65 cm. yükseklikte hücrelere bölünmüştü. Erzincan’dan getirilirken bu daracık ve hiçbir yerden hava alamayan hücrelere ikişerli kelepçeli dörder kişi sıkıştırılmışlardı. Oradaki dar koridorun iki yanına karşılıklı olarak sıralanmış hücreleriyle ringin içi tam bir tabutluk gibiydi. Sağlıklı olarak bindikleri bu ringden Eskişehir’de hastalanmış olarak inmişlerdi. Bütün gövdeleri alt üst olmuş, yüzleri sararmış, gözleri bulanık görmeye başlamıştı. Şimdi, açlığın otuzlu günlerinde olan insanları böyle bir ringin hücrelerine tıkıştırarak uzun bir yola çıkarmak onları ölümü göndermekten başka bir anlama gelemezdi. Ringler geçip gitmeyi sürdürüyordu önlerinden. Sloganlar da. Kahrolsun işkence yaşasın direnişimiz” (Direniş, Sürgün ve Ölüm Günleri. Tarık Uygun, Ersin Ergün Keleş, Osman Zeybek, Harun Korkmaz. Boyut Yayınları. 1 Basım Nisan 1991. İstanbul. Sayfa 67 – 77)
Film hakkındaki tanıtımlar ilgili birkaç söz… Eskişehir Hapishanesi’ndeki grevin 35. gününde mahkûmlar bir gece hücrelerinden zorla çıkartılırlar. Çelikten "Mavi Ring"in hücrelerine tıkılırlar. Tutuklular ve mahkûmlar kollarını kesen zincirlere bağlanırlar, Ağustos sıcağında daracık hücrelerde sonu bilinmeyen belirsiz bir ölüm yolculuğuna çıkartılırlar. Bu yolculuk belki de devlet için direnişi kıramadıklarından dolayı bir intikam yolculuğudur… Ama açlık grevinin 35 gününde direnişlerini sürdürenler için ölüme giden sevktir. Sevkiyata imza atacak doktor arandığı için yetkililerin bilerek, ama Doktor Pınar’ın ise neden bu sevkiyatta yer aldığını bile bilmeden katıldığı bir sevkiyattır. Şaşkınlığı başka bir dramdır ve onun için durum çok farklıdır. O bu yolculukta yaşamı, suyu, bir mendilde bir damla suyu ve susuzluğu, ölümü, açlığı ve aslında hayatı tanır. İktidarın acımasız, insan hayatını hiçe sayan emirlerini, burun buruna geldiği kendi hayatının nasıl bir hayat olduğunu anlar, ölüme sevkiyatta. Bazılarımızdan biridir ve bazılarımız gibidir.
12 Ekim 2013 tarihinde gerçekleştirilen 50 inci Uluslar arası Antalya Altın Portakal Film Festivali ödül töreninde “Gezi Direnişi” ve bu ülkenin faili meçhulleri damgasını vurdu. “Her yer Taksim her yer direniş” sloganları ödül törenini sarmıştı. Cezaevlerinin dramı ve direnişi ile karşılaştırılmaz ama yine de insanca yaşama umuduna bir sevktir belki de…
Direnişin simgesi adına olsa gerek, tüm ekip ve “Mavi Ring” filmi, 50. Antalya Altın Portakal Film yarışmasında Behlül Dal Jüri Özel Ödülünü aldı. Hak edilmiş bir ödüldür ve en anlamlısı filme ve tüm ekibe verilmiş olmasıdır. O yüzden filmi yaratanları kutlamak için adlarını yazmak gerekiyor.
Filmde Ezgi Çelik Doktor Pınar'ı oynamış, çok iyi ve çok başarılı. Filmi film yapan diğer oyuncular Nazmi Kırık, Kemal Ulusoy,Diyar Dersim, Gıyasettin Şehir, Erdal Ceviz, Şerif Şahiner, Sezgin Cengiz, Volkan Yıldız, Mehmet Aşkın, Bilal Bulut, Mirza Metin, Selahattin Taşdöğen ise çok başarılı ve duyarlılar. Senaryo Leventoğlu ve Bayram Balcı’nın. Görüntü Yönetmeni Lefteris Agapoulakis, Kurgu Ramazan Yüksel’in ve Müzik Orçun Yıldırım, Serhat Bostancı’nın. Sanat Yönetmeni ise Hale İşsever.
Mavi Ring, belki de bir yüzleşmedir. Belki de faşizme karşı mücadelede ölüme sevk isteyenlere karşı verilmiş bir direnişin unutulmaz yanıtlarından sadece birisidir.
Bu topraklar üzerinde bu acılar yaşandı ve unutulmadı demek için bile yıllar önce yaşanmış cezaevi sevkleri hayatımızın bir parçasıdır gerçeklerle yüzleşmek için. Sonra düşünmek ve savunduğumuz fikirleri yaşamak için…
Doktor Pınar’ın insan hayatına uzatmaya çalıştığı mendildeki bir damla su; belki de hayattır direnenlerin umuduna.