“Ben dedi kodu yapmayı hiç sevmem" diye başlarız dedi koduya başlarken.
Sonra da “Benden duymuş olmayın" diye uyarırız.
Arkasından “Aramızda kalsın ha!” diye de tembih etmeyi unutmayız.
Erkekliği de elden bırakmaz “Yanımda olsa yüzüne karşı da söylerim" diyerek efelenmeyi de ihmal etmeyiz.
Toplumdaki dedi kodu ve zan hastalığından bahsediyorum.
İtibar, şeref, haysiyet o kadar ucuz ki gözümüzde; insanları “bozuk para” gibi harcarken bir an bile düşünmüyor, vicdanımızın sesine kulak vermiyoruz.
Duyduğumuzu tahkik etmek gibi bir hassasiyetimiz yok.
Üstüne üstlük “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyerek garabete bir de tüy dikeriz.
Müslüman, olaylara temkinli yaklaşır.
Müslüman, “hüsnü zan” ile bakar.
Müslüman, haberin kaynağı her kim olursa olsun, kendi gözüyle görüp, kendi kulağı ile işitmediği hiç bir şeye şahitlik etmez.
“Ben falan kişiden duydum” demek kişiyi kurtarmaz.
Bir de çamur edebiyatımız var ki evlere şenlik.
Birine husumetimiz varsa işin kolayını seçeriz.
“At çamuru çıkmazsa da izi kalır"
Peki ya sonra?
Boynuzsuz koyunun, boynuzlu koyundan hakkını alacağı vakit geldiğinde ne olacak?
Zanlarımız, çıkmazsa da izi kalır diye attığımız çamurlar, ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye yaptığımız şehadetler bizden şikayet ettiği gün, bahanelerimiz bizi kurtaracak mı?
Hiç birimiz hatadan münezzeh değiliz.
Allah dilerse işlediğimiz günahları affedebilir.
Ancak unutmamamız gereken şudur:
Zan ve dedi kodu kul hakkıdır.
Kul hakkının ise affı zordur.
Müslümanlar zandan ve dedikodudan uzak durmalıdır.
Öyleyse:
Men dakka dukka.