Hz. Mevlana, “kusursuz dost arayan dostsuz kalır” demiş, demiş amma, bizim dostla olan işimiz, işimiz bitinceye kadar. Dostsuz kalmak gibi, dost bulmak gibi, dost olmak gibi bir derdimiz yok. Biz dostun menfaatimize uygun olan tarafındayız.
Dosttan, dost dediklerimizden, menfaatimiz varsa ne âlâ, kalmamışsa ne duruyor hâlâ!
Çünkü biz, kendimizden başka herkese kulp takmaya, kuyruk takmaya, lakap takmaya, dalga geçmeye, aşağılamaya meyyal bir yapıda bulmuşuz kendimizi…
İnsanlara, ezik demişiz! Kendini ifade etmekten aciz demişiz!
Kendimizi de konduracak dallar bulamamışız!
Oysa, kusur aramaya başlamak, kusur aramak zayıflıktır. O insanın aşağılık kompleksi içerisinde olduğunu gösterir.
Ne yazık ki, toplumumuz böyle insanlara değer veren, onlara hayran olan, onların etrafında saf tutanlarla dolu.
Biz, bu insanlar yüzünden iyiliği kaybettik!
Doğru ve doğrularla aramızda olan bütün köprüleri yıktık!
Güzellik denen o nadide kavramı yerle bir ettik.
Gül gibi, leylak gibi, lale gibi güzelliklere zakkumu tercih ederken. Gülün, zakkuma neden tercih edildiğini sorgulamadık bile! Zakkum, cehennemde olduğuna inanılan ölümcül, acı meyveli ağaç olarak anlatılır. Mecazen ise, gül iyiliği, güzelliği, zarafeti temsil ederken, zakkum kötülüğe, kusurlara, ayıplara, yanlışlara nispet edilmiştir.
Sonra biz, kalbi temiz insanlarla alay ettik! Doğru, dürüst ve temiz vicdan sahiplerine sırtımızı döndük!
Onlardan yediğimiz kazıkların, onların bize yaşatmış oldukları hayal kırıklıklarının haddi hesabı yokken, kakikatleri görememe körlüğünden bir türlü kurtulamadık!
Gerçeklerle hem yüzleşemedik hem de yüzleşmeyi inatla reddettik.
Basiretimiz bağlandı, onu dahi anlayamadık!
Bakar körlüğümüz, küp gibi sağır halimiz, haklı ile haksızı ayırt etmede ki vurdumduymazlığımız anlatılır gibi değil!
*****
Bize ne oldu böyle diyorlar ya…Bize ne oldu diyenleri dahi hasım ve düşman ilan ettik.
Kusurlu insanlar yüzünden, uçurumun kenarına kaç defa geldik, ramak kaldı düşmeye defalarca!
Kör kuyulara düşen düşene!
Ya girdaplara kapılanlar? Onları hiç sayan oldu mu?
Dibe vurduğumuz zamanlarda, düştüğümüz yerden kalkamaz olduğumuz o hallerde, bize uzanmasını beklediğimiz o eller neredeydi, hiç gelen oldu mu, ya da onlardan bir haber getiren?
Hiç ummadığımız insanlar bize el uzattı amma, onların da kadrini-kıymetini bilemedik, vefasız çıktık, vefasızlardan olduk!
Çıkmaz sokaklarda ne kadar dolaştırıldığımızın haddi hesabı yok!
Duvarlara toslamaktan kafamız gözümüz defalarca yarıldı.
Yine de akıllanmadık!
Bir türlü iyiye, doğruya , güzele olan bakış açımız değişmedi.
Efsunlanmış halimiz de gözümüzü açmadı.
Ferasetin boğazını, basiretsizlikle sıkmaktan çekinmedik!
Şimdi ağlayanlar, ağlar gibi yapanlar var ya…
Bunların yarsından fazlası yalandan ağlıyor diyenler haksız mı?
İlk fırsatta, fırtına dinsin, şu yokluk ve zorluk günleri geçsin, gidecekleri kapı, yine aynı kapı diyenler çok fazla…
*****
Sizin kusurunuz, sizin yanlışınız, bu kusurlu ve kendini beğenmişlerin peşinden ayrılmamak, bu haliniz onların yüzünden denildiğinde yüzünüze bomboş gözlerle bakanlar yine onlar!
Çünkü, pişman değiller, hem de hiç!
Sadece bize bunu yapmazlardı, yapmamaları lazımdı amma, vardır bir bildikleri demeye ısrarla devam ediyorlar!
Ve buna kader diyorlar!
Hiçbir ikazı dinleme! Burnunun dikine-dikine git! Kendim ettim, kendim buldum deme! Adına hâlâ kader de! Kusur arama, kusur bulma, kusuru kusursuzluk gibi kabul ettirme tacirlerinin ne kadar mahir olduklarını, insan beynini ne denli güçlü yıkadıkları yine de göreme! Yeminle pes denir ya…
İnsanlar gerçekleri görmek istemiyorlar, gerçeklerle barışık yaşamayı düşünmüyorlar!
Canları sıkılıyor!
Herkesin durumunu kendi durumları gibi zannediyorlar!
Fakir-fukara, garip-guraba gibi kavramlarla işleri yok!
Tok olanların, aç olanların haliyle hemhal olması gibi bir yaklaşımı kabullenemiyorlar.
Memlekette aç mı var, açık mı var demeleri o yüzden.
İşsiz yok, olsa olsa iş beğenmeme var demeleri o bakış açısından.
Açım, işsizim, faturalarımı kiramı ödeyemiyorum diyenlere abartma diyenlerde onlar.
Çünkü gerçekleri kabullenememe, kabul etmeme gibi bir handikapları var!
*****
Öyle bir haldeyiz ki, ölmüşüz de ağlayanımız yok gibi…Çünkü, kusur aramada, kusur bulmada, kusur yüklemede, kusur icat etmede üzerimize yok!
Giyinmişiz art niyet zırhını, elimizde avuç dolusu çamur, yada bir avuç kara boya, çalıyoruz ona buna…
Masum demiyoruz, günahsız demiyoruz, garibanın ne suçu var demiyoruz.
Çünkü herkesi kendimiz gibi biliyoruz!
İyi aramıyoruz, iyiyi aramıyoruz, iyilerle karşılaşmak istemiyoruz, iyi bizim düşmanımız mı?
Hasmımız mı?
Doğruyu arama gibi bir derdimizde yok!
Eğri görmekten, eğri dinlemekten, eğri ile muhabbet etmekten, eğriliklerden pek memnunuz ki, doğrulamıyoruz!
Bize doğru ol diyenlerle aramıza engeller koymuşuz, ölüme-dirime gelmesin diye de küslükler icat etmişiz! Çünkü, doğrularla işimiz olmaz diyeceğiz, diyemiyoruz!
Eğrilerin ve eğriliklerin arasında kimyamız bozulmuş, eğrilik hayat felsefemiz olmuş gibi…
Eğri yürüyor, eğri bakıyor, eğri davranıyoruz!
Eğrileşmenin içinde kendimize doğruyu ararken, eğrinin doğrusu olmuşuz da haberimiz yok!
O da nasıl bir şeyse, ne anlama geliyorsa artık!
*****
Güzeli arama noktasında da farklı olduğumuz söylenemez!.
Güzel ne? Güzel nedir?
Güzel neye denir?
Güzellik nasıl olur?
Güzellik diye bir şey var mıdır?
Yap bir güzellik diyen, güzelliğin neresinde?
Güzellik dediğimiz ne?
Güzellikten anladığımız ne?
Güzelliği nasıl arıyoruz?
Nerede arıyoruz
Kimde arıyoruz?
Bulabildik mi, bari?
Hz. Mevlana diyor ki, “İyiyi ara, doğruyu ara, güzeli ara fakat kusuru arama.” Bizler bu anlatımın neresindeyiz? Aradığımız ne, bilen var mı?