ŞİİRE maalesef çok geç kaldım. Okuma bilinci kazanmaya başladığım ve bunu daha da ilerlettiğim zamanlarda yeterli şiir okumaları yapmadığımdan, şiir türü eleştiri yolculuğumun en zayıf halkası oldu.
Sonrasında gündemimde çoğunlukla hikaye oldu. Yakın zamana kadar da en çok yoğunlaştığım türdü hikaye. Art arda hikaye kitapları ve incelemeleri okuyor, hikaye dergilerini takip ediyordum. Fakat, bazı hikayeciler arasındaki ahbap çavuş ilişkileri, hep aynı isimlere odaklanma, övgü işlerinin abartılması, tanınmış hikayecilerin pek çoğunun sosyal medyayı hoyratça ve lakayıtça kullanımları, postmodernizm ve kısa hikaye yazıyorum diyerek ortaya konulan saçmalıklar beni çok yordu. Bu noktada,değişme temayülünden geçtim, işlerin daha cıvık ve zayıf bir hal almaya başladığını gördüm. Bunlardan çoğuyla normal konuşmak, eleştirmek, herhangi bir öneri getirmek mümkün değildi. En son Celal Fedai’nin Güray Süngü vakasını takip etmişsinizdir. Neticede, hikayeyi da asli eleştirel uğraşı türlerim arasından çıkardım.
Dertleşmeyi daha fazla uzatmadan ve daha fazla düşman kazanmadan, bu konuyu başka bir yazımıza bırakalım, asıl konumuza gelelim.
Roman türüne uzun zaman sonra hızlı bir giriş yaptım bu hafta. Kuram ve teori, inceleme babında pek çok eseri daha önce almış ve okumuştum şükür, sadece hikaye türüne ağırlık verdiğim için yeni çıkan romanları yeterince takip edemiyordum.
Bu hafta ilk olarak ödüllü romancı Ömer F. Oyal’ın Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan ‘Gemide Yer Yok’unu okudum. Dili sade ve anlaşılır, üslubu akıcı, vaka örgüsü sürükleyici 206 sayfalık romanda hazırlıksız yakalanılan bir iç savaşı usta işi başarılı bir gözlem ve etkileyici psikolojik tahlillerle aktarıyor Oyal.
Yaşlı bir kadın, kahramanımızın evine sığınır. İç savaş ortamda her şey inceden inceye hesaplanmalı, en küçük harcamalara dahi dikkat edilmelidir. Kısa süre kalacağı düşünülerek yaşlı kadın eve kabul edilir. Damadı ve kızı gelince evine dönecektir yaşlı kadın. Fakat işler beklendiği gibi gitmez. Önce kızı ve çocukları, nihayetinde de beklenen damat eve gelir. Bireyler arası iç hesaplaşmalar, güç ve taktik savaşlarını anlatan satırlar önemli mesajlar iletir okuyana ve yaşamına şükrettirir çoklukla. Final son derece şaşırtıcıdır, hem de çok şaşırtıcı. Burada söylemek olmaz, sadece bir ipucu vereyim. Kahramanımız, iç savaş nedeniyle daha önce şehri terk eden karısının yanına dönmek zorundadır, iki arada bir derede kalır çoğu vakit. Ama romanın sonundaki şaşırtıcı finalle bu beklenti imkan dahilinde değildir artık. Tahmin edebildiniz mi ‘ Gemide Yer Yok’un sonunu?!
Bu hafta okuduğum ikinci roman, usta yazar Barış Bıçakçı’nın İletişim Yayınları arasında çıkan ‘ Tarihi Kırıntılar’ oldu. Bir aile düşünün, entelektüel, özellikle şiire düşkün bir aile. 19 yaşındaki kızları bir gün, şiirlerini çok beğendiği bir şairin peşi sıra ortadan kaybolur. Bu, aile içinde tam bir travmaya, yıkıma neden olur. Aile içi hesaplaşmalar, özlem, arayışlar, şiir, okuma aşkı, hayatı anlamlandırma gibi fikirler havada uçuşur. Ev ahalisinden genç kahramanımız şiir kitabı çıkarabilecek midir, bir şiirin izinden peşinden gittikleri ablayı bulabilecekler mi, edebiyat ortamlarındaki ilişki ağı…romanı sonuna kadar okutturan merak ve bilgi unsurları.
Haftanın üçüncü romanı ise Arda Erel’in Epsilon etiketiyle çıkan ve yayınlandığı ilk ay beşinci baskısını yapan ‘Sarsıntı’ oldu. Merak uyandırıcı detayların bolca yer aldığı roman önce beni ikilemde bıraktı doğrusu. Acaba yanlışlıkla Whatpad tarzı, daha çok ergen kesime hitap eden romanlardan mı aldım,okudum diye hayıflandım kendi kendime öncelikle. Ama kitaptaki kusursuz olay örgüsü, mantık, imlanın kusursuzluğu, üstüne bir de Epsilon etiketi, Sarsıntı’yı benim gözümde haftanın en iyi romanı yaptı. Tabi bir de yazarın soyadından kaynaklı, hikayeci Arda Arel sandığım Arda Erel ismi ilk yanılgılarımdan oldu. Hafızanızın bir kenarına bu ismi not edin ve çıkacak her romanını takip edin, pişman olmayacağınızdan emin olabilirsiniz
Biri psikolog, diğeri akademisyen genç sevgililerin yaşadıkları, yaşamlarındaki büyük dönüm noktası, sarsıntıları anlatılıyor roman. Erel finalde öyle bir darbe vuruyor ki, kitabın sonuna geldiğinizde nakavt olmamanız içten değil. Akademisyen erkeğin yaptığı bir büyük hata, psikolog kahramanımızın danışanlarından birinin peşinde sürüklenerek hayatının en büyük yüzleşmesini yaşaması, soluk soluğa okuyacağınız, sürükleyici bir yüzleşme romanında bir araya getirilmiş.
Bu hafta okuduğum son roman ise İskender Pala’nın İtiraf’ı idi. İtiraf; Fatih döneminde devlet-toplum ilişkilerini ve devlet düşmanı kötü niyetli bir kişinin, hem de tek başına nelere muktedir olabileceğini anlatan, bildiğimiz İskender Pala tarzında tarihi roman meraklılarının zevkle okuyacakları türden bir kitap. Yazık ki yerim dolduğundan, detaylara giremeyeceğim ‘İtiraf’ konusunda…
Roman yolculuğumuzun verdiği bir güzel heyecan ateşiyle dört romanı birden ele almaya çalıştım bu yazımda, ama emin olun bundan sonra böyle olmayacak. Kısa bir değerlendirme yazısında bu güzel romanlara karşı ilgi ve okuma merakı uyandırabildiysem ne mutlu bana…