Merhamet deyince, edebiyatımızda akla ilk, Üstat Necip Fazıl’ın ”Reis Bey” adlı eseri gelir. Bu eserde; adalet kavramını merhamet duygusu ile bütünleştiremeyen bir hakimin, yargılayıp astırdığı gencin, sonrasında masum olduğunu öğrendikten sonra, kendisi ile olan hesaplaşması anlatılır. Hikâyenin kahramanı önceleri merhameti; “ağızların iğrenç sakızı!” olarak tanımlarken, daha sonra ise hayatını merhamet duygusunu yaymaya adar.
Herhangi bir canlının acısını, kederini, mutsuzluğunu yüreğinde hissedip üzüntü duyma ve ona karşı yardım hisleriyle dolma, acıma olarak tanımlanır merhamet sözlükte.
Prof. Dr. Kemal Sayar merhamet konusunu, “ıztırapta eşitlik yoktur” diye anlatmaya başlar. Bu noktada asıl marifet; ıztırap çeken kişi ile bizi birbirimize yakınlaştıran, onun acısını (kendimiz daha önce böyle bir tecrübe yaşamamış olsak bile) tahayyül edip, ona odaklanarak onu sessizce dinleme becerisini gösterebilme olgunluğuna sahip olabilmemizde yatar. Aslında merhamet bir noktada adil bir şekilde insanı insanla eşit kılar. Yine merhamet, başkaları ve hatta diğer tüm canlılar için dünyayı emin bir yer hale getirir.
Günümüz post- modernist yaşam anlayışı ile tamahkârlık ve daha fazlasına sahip olma arzusu hiç durmadan yüceltiliyor. İnsanlara bu tür maddi hedeflere ulaşmaları için gerektiğinden daha çok çalışması gerektiği, rekabeti hayatlarının amacı haline getirmeleri gerektiği, kazanmanın ve başarmanın bu yeni dünyada yegâne hayatta kalma yolu olduğu sürekli zihinlere kazınırken, o zihinlerde merhamet gibi içsel kavramlara yer kalmıyor artık. Öyle ki artık çalışma hayatında; “ bize merhametli olan değil, rekabet için her şeyi yapmaya hazır kişilere ihtiyaç var bu işyerinde” şeklinde söylemleri de açıkça dillendirilir oldu.
Kontrol odaklı kapitalist ekonomiler; merhamet gibi insani ve başkası tarafından kolayca kontrol altına alınamayan duyguları kolayca yok saymaya yönelik çalışmalar yürütmekte.
Bu çalışmaların en başında ise acıyı, ıztırabı sürekli gözler önüne sererek, artık o merhamet duygusunu alışılabilir ve sonrasında kolayca görmezden gelinebilir kılmak gelmektedir. Telefonu elimize aldığımız zaman sosyal medyada veya televizyonları açtığımız zaman haberlerde, her gün yüzlerce acı haberle karşılaşıyoruz. Filistin’ de ebeveynleri gözleri önünde öldürülen çocuklar, ülkesinin yıkıcı zalimliğinden kaçmaya çalışırken canice katledilen mülteciler, şehit analarının evlatlarının tabutları karşısındaki acı haykırışları, kadın cinayeti haberleri, sorumsuz insanlar yüzünden meydana gelen korkunç kaza haberleri…hepsi artık alıştığımız, kanıksadığımız, bir an şöyle bir hüzünlendiğimiz ama hemen akabinde o haberi hızlıca geçip, başkaca sözde rahatlatıcı sosyal olaylarla ilgilendiğimiz konular haline geldi. Bu haberleri ‘şöyle bir seyrederek’ sonrasında kendi kabuğuna çekilen insan, artık bırakın uzaklarda olan acılara, yanı-başında şahit olduklarına bile büyük bir vurdumduymazlıkla yaklaşmaya başladı. Çünkü artık insan bir başkasına yardım edemeyecek kadar kendiyle ilgili ve meşgul.
Uzmanlar, insan yardım eder çünkü yaradılış itibariyle iyi ve temiz kalplidir diyor. Kadim kültürümüz ise; bizim dağların bile yüklenmediği bir görevi icra eden asil yaratılmışlar olduğumuzu söylüyor. İnsan; Cenab-ı Hakk’ın halifesi yani sahip olunabilecek en üstün mevkideki tek yaratık.
Tüm bu meşguliyetimizin içinde büyük görevlerde, büyük yardım kampanyalarında aktif görev almamız gerekmiyor. Çok küçük dokunuşlarla hem kendimizin hem de karşımızdakinin gününü ve ruhunu aydınlatabileceğimiz muhakkak. Örneğin;
Yoldan geçerken tanımadığımız bir kişinin arabasına zarar vermesin diye kenara çekilen bir cam parçası,
Benim sokağa attığım çöp ile temizlik görevlisinin işi uzamasın ve evine daha erken gidebilsin düşüncesi,
Bir kapıdan dışarı çıkarken kapıyı tutup ardımızdan geleni bekleme nezaketi,
Restoranda yemek yerken masanın yanı-başında bekleyip, gözlerimize bakan kediyle yemeğimizi paylaşmak,
Trafikte yabancı olduğu belli olan ve yanlış yola giren sürücüye yol hakkı bize ait olduğu halde yol vermek…
Bu tür küçük davranışlar büyük duygulara dönüşüp zaman içinde, hiç beklemediğimiz çaresizlik anlarında bize can-suyu haline gelebilir. Bu tür iyilik ve merhamet hareketleri sadece; herhangi bir maddi karşılık almak veya ‘bir gün benim de ihtiyacım olunca biri yardım eder’ düşüncesi ile yapılmamalı belki de. Aslında başkasına merhamet ederek kendimize merhamet etmeyi öğrenmek, alınabilecek en güzel ödüllerden biri olabilir. Bu konuya en uygun sözü, Sabahattin Ali ünlü eseri “Kürk Mantolu Madonna” da şöyle söyler;
“Kendimize acımalıyız. Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki ne kendimizi bu kadar büyük ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur…”
Sonuç olarak tekrar söylememiz gerekirse; merhamet herkesi herkesle eşit kılar…
Sağlığınız ve umudunuz daim olsun…