Üslup, yaşadığımız anda, ilişkilerimizde, işimizde, alışverişlerimizde, özel hayatımızda her daim yanımızda taşıdığımız, bizi biz yapan tarzımız, yolumuz olarak tarif edilebilir. Veya daha genelleştirilecek olursa; sanatta, kültürel hayatta, siyaset veya spor dilinde en önemli ve en ince noktadır üslup.
Üslup, sözlük anlamı olarak ise; oluş, yapış veya yapılış biçimi, tutulan yol tarz, usûl olarak tanımlanır.
Kitabi bilgi dışında, daha yaşamın içinden yapılacak tarif ise; “kişiye kendisi olma fırsatını sağlayan en önemli terimdir” denilebilir... En çok da sanat ve kültür insanı için geçerlidir bu tarif. “Kendine has üslubu var” diye tarif edilmesi sanat veya kültür insanına yapılacak en büyük iltifatlardan biri olarak kabul edilir. Onlar için en büyük tehlike “aynılıkta” yatar. Daha başka bir ifadeyle “taklit” ile suçlanmak kültür dünyasında kabul edilemez bir suçtur.
Üslup, genellikle zannedildiği gibi, süslü kelime oyunları, kendi benliği dışına çıkarak yapmacık tavır takınarak, gündeme uyma çabasından ibaret demek değildir.
Üslup sahibi olan edebiyatçılar veya sanatçılar, hayatı derinden kavrayan kültür seviyesi yüksek insanlardır. Mehmet Kaplan Hoca şöyle der kültür insanı için; “Sanatçı, hayatı ne kadar derinden kavrarsa, eseri de o kadar zengin muhtevalı ve güzel olur. Ama kültürlü olmak yetmez, daha iyi anlatma endişesi, onun tasvir ve üslubuna derinlik ve incelik verir. ”Bu da bizleri gerçek sanata ve edebiyata götürür.
Bunca yoğun ekonomik, siyasi ve acı dolu gündemin içinde bir an olsun başımızı sudan çıkarıp nefes alma anı sunar bize gerçek edebiyat ve gerçek sanat.
Sanat ve edebiyatta da bazı eserler ruhunuzu aydınlatır bazıları ise karanlık dehlizlere sürükler. Gerçekte bu ikisi de sanattır. Gerçek amaçları bu olmayabilir ama sanat budur. Ruhumuzu, duygularımızı bir arada, kısacık bir anda bile olsa da yönetir. Bizi hakimiyeti altına alır. Hayatın en büyük gerçekliğini ve de gelip geçiciliğini hatırlatır esasen. Eser bize aynı zamanda “hayatın anlamı nedir?” sorusunu da sordurur. Ama asla cevabı fısıldayıvermez. Çok büyük zalimliktir bu yaptığı! Cevabın kıyısına kadar gelmişsinizdir. Ama size söyleyivermez, ‘’ara ‘’der bize, “pek çok insanın-kalabalıkların yapmadığını yap ve ara” der. Bize verdiği aşktan öte bir şeydir. Akıl ve mantığın dışında olduğu gibi hissetmenin de ötesindedir o hissettiklerimiz.
Sanatçının yaptığı, gördüğünü- bildiğini resmetmektir. Sadece kişilik olgusudur onunki. Ama izleyicinin-okuyucunun yani bizlerin gördüğü duygu sayısızdır. ‘’Bir’’, ‘’çok’’ olur. Kesret- vahdet ilişkisidir bu. Ruhunun gözü ile bakabilme yeteneğidir. Kalbine dönüp bakabilmektir mesele… Dua gibi, iç çekişlerinin hissettirdiğidir. Bu yoğun-derûnî duyguların içinde o eşsiz varlığı hissetme meselesidir. Ruhun mutlak olana ulaşması gibidir. Gözün değil ruhun görme meselesidir.
Hürmetle bir duruş, minnettarlıkla ilgili bir duyuştur. Kısaca görünmeye karşı bir tutku ve özlemdir.
Eserin anlatmaya çalıştığı bundan ötesi değildir aslında. Yani hissedilen sanat hissettiren olgudur…
Sanat ve edebiyat dünyasına giriş ‘’ had ‘’ ve ”cesaret” gerektirir. Ama ustaların belirttiği üzere, bir kere girersen o kapıdan çıkışın çokta mümkün olmayışın da farkına varıştır bu gerçeklik…
Yol zor! Yardım ve başlama gücü ise Yaradan’dan…
Üslubu mesele edip bulmak ise en büyük niyazımızdır.