Mevlânâ, çarpık düşünce ve sapık akımlara alet ediliyor

Mustafa Balkan (Tarih Yazıları)
  • Mevlânâ’ya kendi kör ve şaşı zaviyelerinden bakma alışkanlığını elinden bırakmayan ve o şekilde anlama terapilerini bir türlü terketmeyen çevreler, çarpık düşünce ve sapık akımlarına Mevlânâ’yı da alet ediyorlar.

 

 

Mevlânâ Muhammed Celâleddîn Rûmî’ye, kendi kör ve şaşı zaviyelerinden bakma alışkanlığını  elinden bırakmayan ve o şekilde anlama terapilerini bir türlü terketmeyen çevreler, 2000’li senelerden bu tarafa kendi çarpık din anlayışlarını Mevlâna üzerinden toplumlara dikte ettirme ve yayma çabası içerisindeler.

Hatta Tempo dergisi, 2001’deki bir sayısını “GLOBALİZMİN YENİ DİNİ: MEVLANA” başlığı altında kapak yapmıştı.

Batı’da peş peşe Mevlâna derneklerinin açıldığını,

ABD’de Mevlâna kürsüleri kurulmaya başlandığını,

Mevlâna’nın dünyada Budizm’le rekabet halinde olduğunu, 

Konya’da Şeb-i Arûs töreninin folklor düzeyinde olduğunu,

Mevlevî derneklerinin hepsinin birbirleriyle kavgalı olduklarını ve devletin, Mevlâna’ya mesafeli olduğu iddialarına da yer verilmişti.

Nilüfer Kas’ın hazırladığı Mevlâna sayısında Tempo’nun yönetmeni Kerem Çalışkan, o yıllarda şunu savunuyordu: “Dünyanın, İslamı masaya yatırdığı bir dönemde, Mevlâna bir güneş gibi parlıyor. 21’nci yüzyıl Mevlana’yı keşfedip selamlıyor. Ama Türkiye’de Mevlana sahipsiz. Gençlik, Mevlana’yı lise kitaplarının ötesinde tanımıyor. Siyasal İslamcılar Mevlana’ya mesafeli. Aydınlar ve laik çevreler ilgisiz.”

Tempo dergisi, bir hayli tartışmalı olan “Globalizmin yeni dini: Mevlana” başlığı altında özetle şu açıyı yakalamış: “İslam rönesansı arayanlar Mevlana’ya koşuyor. Çünkü tüm dünyada “Ne olursan ol yine gel” diyerek dil, din, ırk, cins ayrımı yapmadan bütün insanlığa barış ve umut vaat eden Mevlana gibi evrensel bir bilge yok.”

Bildiğiniz gibi o sene vukû bulan 11 Eylül hadisesiyle birlikte küresel anlamda İslâm’a ve Müslümanlara; “İslam = terör” ve “Müslümanlar = terörist” gibi çok çarpık ve haketmediğimiz bir küresel saldırı başlatılmıştı.

Bu küresel taarruz Haçlı Seferleri’ne benzetilerek Türkiye başta olmak üzere İslâm coğrafyasındaki İslam âlimi ve düşünürleri, bu saldırıları bertaraf etmek için nelerin yapılması veyahut da yapılabilirliği üzerinde kafa yormaya başlamışlardı.

Adı üstünde sulh, esenlik, birlik ve kardeşlik kavramlarıyla mücehhez olan Yüce bir din olan İslâmiyet’e ve o dinin 1,8 milyarı bulan Müslümanlara karşı girişilen bu linç hareketi karşısında İslâm dünyası, elbette bu küresel saldırılara kayıtsız kalamazlardı.

Siyonist-Haçlı zihniyete sahip Neocanlar’ın öncülüğünde başlatılan ve Irak’ın işgaline kadar varan bu 21. Yüzyıl Haçlı Seferleri karşısında maalesef İslâm dünyası, ne yazık ki çaresiz kaldı! Saldırıları ve terör dalgasını önleyemedi. Günümüzde de İslâm dünyasına ve Müslüman ülkelerine yönelik ekonomik, siyasî, psikolojik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla birlikte Haçlı saldırıları devam etmektedir. İslâm’ın terörle ilişkilendirilmesi ve Müslümanların “terörist(!)”gösterme çabaları hâlâ devam etmektedir. Afrika’da olsun, Asya’da olsun diğer kıt’alarda Müslümanlar, ülkelerini istila eden haçlılara karşı silahlı mücadele de vermektedirler. Yani “düşmana düşmanın silahıyla mükabele etmekte” olan Müslüman grupları, Yahudi tantanslı küresel medya ağıyla birlikte bütün iletişim araçları kullanılarak “terörizmin kaynağı”ymış gibi gösterilmekte ve haklı mücadeleleri engellenmek istenmektedir. Günümüzde Afrika’da ve Güney Sudan’da yaşananlar bunlar arasındadır. Afrika şu durumda fiilen işgal altında olup, kabileler birbirlerine düşürülmek ve her bir grup silahlandırılmak suretiyle birbirlerine kırdırılmaktadırlar. Orada petrol ve elmas gibi Çin, Fransa ve Amerikan rekabetinin faturası yerli halka ve Müslümanlara çıkartılmaktadır. Buna Birleşmiş Milletler (BM) de aracılık yaparak yardımcı olmaktadır. Bosna Hersek’te Müslüman Boşnak katliamlarına nasıl seyirci kaldıkları ve hatta onların gözetiminde bu katliamların Sırp canîleri tarafından nasıl gerçekleştirildiyse; Afrika ve Sudan’da da bir benzeri sahneye konulmaktadır.

Dünya’da bir kaos ve harcümerç yaşanmakta.

Bu da o ülke halklarının adîl yönetilmediklerini, iş başına gelen Hükümet ve iktidarların, o ülke kaynaklarını sömürgeci ülkelere peşkeş çektikleri kanaati hâsıl olduğundan bu tür toplumsal hadiseler artık saklanamaz hale geldiğinden dolayı ayyuka çıkan soygun ve yolsuzluk kokularından dolayı toplumların fert fert bilinçlenmeye ve uyanmaya başlamalarından ileri gelmektedir.

Yâni olayların özeti şu: Dünya ülkeleri Adaletten yoksun bir şekilde idare edilmektedir. Demokrasi, hak ve hukuk çiğnenmektedir. Demokrasi, adalet belli bir zümrenin elinde oyuncak hale getirilmiştir. Onlar işbaşında ise demokrasi, hak, hukuk adalet ve eşitlik vardır. Onlar eğer işbaşında değillerse; o ülkenin kaynaklarını rahatça sömüremiyorlarsa, demokratik seçim yoluyla dahi iş başından o zümreler uzaklaştırılmışlarsa bile o ülkedeki seçilmişler; -son Mısır örneğinde görüldüğü gibi- meşrû sayılmamaktadırlar. Bizim ülkemiz de bunları on yıl aralıklarla yaşadı ve gördü.

Gezi olayları, son dönemde yaşanılanlar ve 15 Temmuz işgal hareketleri ile azdırılan terör hadiseleri bu menvalde değerlendirilebilir.

 

YARIN: Sapık tarikatlar çoğalıyor…

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.