Mevlana’nın eğitim hayatına bakıldığında iki yönünü görüyoruz: Mevlana’nın Şems’ten önceki ve sonraki hayatı. Şems’ten önce Mevlana, her âlim gibi zahiri ilimleri öğrenmiştir. Fıkıh ve kelamın üstadıdır. Yunan, Roma ve Hint felsefesini iyi incelemiş ve dinler tarihine de iyi vakıftır. Şems’ten sonra ise hayatında bambaşka bir sayfa açılmıştır. Zahiri bilimlerden, Bâtıni ilimlere geçmiştir. Kitapların ciltlerinden çıkıp ilahi nura ve gerçeklere ulaşmıştır.
Sultan Veled, babasının Şemsle buluşmasını Kurandaki Musa ile Hızır’ın buluşmasına benzetir. Yani, Musa’nın sahip olduğu bilgi daha ziyade dünyalıktı, oysa Hızır’ın bilgisi Allah tarafından verilen bilgidir. “Hızır” Arapçada yeşil demektir. “Yani Allah’tan gelen taze bilgileri veren kimse” demektir. İşte Mevlana, Şems’te bu ilmi bulmuş ve öğrenmiştir. Öğrendiği ledün ilminden sonra dünyalık bilgilerden elini eteğini çekip Tanrı’nın ebedi kaynaklarına ve aşkına sarılmıştır:
“Mutluyum ki artık dünyalık mutluluklardan kurtuldum,
Şarap içmeden sarhoşum ve mutluyum;
Eğer halim kimseye benzemiyorsa,
Bu gizli halim bana kutlu olsun!
(Divan, s. 1426)
İnsan sadece bu zahiri beyin ve bedenden ibaret değildir. Bilgi ve ilmi muhafaza eden bu fiziksel beyin sadece görsel nesneleri ve duyuları algılar; yani küçük aklı üretir. Evrensel aklı (akl-ı kül) üreten ise, insanın beyni değil ruhudur. Ünlü Alman pedagoji uzmanı Froebel şöyle der: “Eğitimin amacı insana cesaret vererek ve yol göstererek düşünebilen, şuur sahibi ve konuları kavrayabilen bir varlık haline getirmektir. Bunu yapmak için insanın iç yapısında mevcut olan mükemmel ve öz ilahi nizamını bilinçli şekilde seçmesi gerekir. Eğitim bu amaca hizmet etmelidir”
Ruh ne kadar geliştirilmişse evrensel akıl o derecede kuvvetlidir. Hikmet sahibi kimseler işte böyle bir akla sahiptirler. Onlar olayları daha olmadan algılayabilir; Allah’ın kudretini hisseder ve olayların mahiyetini anlayabilirler. Hikmet ilimle veya Allah’ın lütfüyle, ilimsiz de olabilir.
Tümsellikten bire. Birden tümselliğe
Not: Dünyalık ilim birden tümselliğe çıkıp sonsuzluk içine kayıp olur. Gerçek ilim ise tümsellikten birliğe ulaşır.
Mevlana’ya göre her şeyden önce gerçek ilim ve hikmet sahibi olmak için haram yememek gerekir:
1)Helal lokma ye ki, ilim elde edesin:
İlim ve hikmet helal lokmadan doğar,
Aşk ve zarafet de helal lokmadan doğar.
Lokmalar tohum ise, düşünceler onun ürünüdür,
Lokmalar eğer deniz ise, fikirler onun incileridir.
(M 1 / 1644-1647)
Ruhun özü ilimle genişler ve evrenselliğe ulaşır:
- Ruhun milliyeti yoktur:
Ruh ilimle ve akılla dosttur,
Onun Türk ve Arap ile işi yoktur.
(M II / 56)
3)İlim ve hayal:
Hayal tek kanatlı, ilim ise çift kanatlı bir kuştur
Şüpheler zayıftır ve uçuşlara engel olurlar
Tek kanatlı kuş, çok geçmeden baş aşağıya düşer
Tekrar uçarsa da iki adım sonra düşer
Şüphelerden kurtulunca ilim doğar
İki kanatlı kuş olup tekrar uçar.
(M III / 1510-1511-1513)
Mevlana ruhtaki birikmiş ilmin merkeze ulaşması için dua eder:
- İnsanın ilmi denizden bir damla gibidir:
Tanrım bana huzurundan bir damla bilgi verdin
Denizlerine kavuştur onu
Ruhumda bir damla ilim var
Vücudun toprağından ve rüzgârlardan koru onu.
(M I / 1882-1883)
- Bilgi ruhsal amaç için yararlıdır:
Gönül dostlarının ilmi, onları yüceltir
Dünyalık insanlara ise yük olur
İlim ruha hitap edince dost olur
İlim, maddi isteklere yönelince yük olur.
(M I / 3446- 3447)
Evrensel aklı tamah ve egolarla kirletmemek gerekir:
- Tamah ilmi yok eder:
Tamahsızlık insanı âlim yapar,
Tamah ise ilmi saptırır ve zalim yapar.
(M II / 2752)
- Zeka Allah’ın gölgesidir:
Akıl Allah’ın gölgesidir, Tanrı ise güneştir,
Gölge O parlayan güneşe güç yetiremez.
(M IV / 2111)
Yani güneş çıkınca mumun değeri kalmaz. Küçük akıl büyük akla teslim olur.
Gönül gözü açılanlar nurun yansımasını seyrederler:
8)İlim hikmetin kaynağıdır:
Bilgi Süleyman’ın mülkünün mührüdür
Bütün âlem şekil ise de özü ilimdir
Hikmeti arayan hikmetin kaynağı olur
O nedenliklerden ve tahsilden kurtulur.
(M I / 1030-1063)
Hikmet sahibinden hikmet öğren
Ondan ledün ilminin temelini öğren
Hikmeti arayan hikmetin kaynağı olur
Ve o tahsilden de sebeplerden de kurtulur
Hafızın defteri levh-i mahfuza dönüşür
Başta aklı onun hocası idiyse de
Şimdi ise akıl onun öğrencisi olur.
Akıl artık Cebrail gibi der ki ey Muhammed
Bir adım atsam beni yakar, yok eder.
(MI / 1064-1065)
Mana gözü açılan kimse bir zerrede bile Allah’ın ilahi nurunu görür:
Kimin gönlünde bir kapı açılırsa o her tanecikten güneşi görür, hisseder. Ruhu da görür. İki gözünü elleriyle kapatan kimse etrafı göremez ama her şey yine orada. Öteki âlem de mevcuttur, ama bu gönül gözü açık olan için geçerlidir. (MI / 1399-)
Belirtilere ve taklitlere esir olan yüzlerce kimse yarı yolda kalıp hep şüphe içindedir. Taklit ve delil aramaları yüzünden kanatları saplanır kalır ve Rahat uçamazlar. Şeytan onları şüphelere sevk ederek, körler gibi onları baş aşağı yere düşürür. Delillere bağlı olanların ayakları tahtadandır ve tahta ayakları algılamada zayıftır. Körlerin ayakları asalarıdır, sivri taşlara basıp da baş aşağı düşmesinler diye. (MI / 2128-)
İnsan kendini tam olarak tanımadığı gibi başkalarını da hakkıyla tanıyamaz. Ancak gerçek tanıma yıllar sonra ortaya çıkar. Yani doğru empati yapamazlar. Mevlana’nın şu hikâyesindeki gibi:
Bir gün bir dil bilgini kayığa binmiş ve kendi benliğini kayıkçıya göstermek için, “Sen hiç dilbilgisi okudun mu?” diye sormuş
Kayıkçı “Hayır” deyince bilgin: “Vay haline! Ömrünün yarısını heba etmişsin ” demiş.
Kayıkçının kalbi kırılmış fakat hiç cevap vermemiş. Rüzgar kayığı bir girdaba sürüklemiş, Kayıkçı bilimciye
“ Yüzmeyi biliyor musun?” diye sormuş. Bilgin: “Hayır, benden denizcilik sanatını bekleme” demiş.
“Vay haline ömrünü dilbilgisini öğrenmeye adamışsın. Ne var ki şimdi bu kayık batacak. Deniz de dilbilgisi değil, yok olma bilgisi gerekir (nahive değil mahv lazım). Eğer sen zaten yok olmuş isen, o zaman korkmadan suya dal, git” demiş. (MI /2735-)
Aşkın hedefi olan O Yaratıcı, tevhidin (tekliğin) sahibidir. Bu âlem ise çokluktan oluşmaktadır. Bu ikisi arasında ne gibi bir ilişki var; bunu çözmek bir hayli zordur. Mevlana’ya göre nasıl ki Firavun ve Musa arasında bir fark var ise, mana yolunu gösterenler arasında da bazı farklar vardır. Bu zıtlıklar çokluğun ürünü olup geçicidir. Vahdette bunlara yer yoktur. Çünkü orada hep teklik hâkimdir.
Sevgi evrensel aklın ürünüdür ve boş yere aşk tahtına oturmaz. Dünyalık akıl böyle bir aşka tutulmaz ancak maddeye yönelir. Maddi akıl ne bilsin gerçek aşkı, ancak güneş gibi olan akıl anlar bu gerçek aşkı. Hakiki aşk aklın ürünüdür, ama dünyalık akıl maddeye gönül bağlar. Yani maddeye esir olan akıl aslını unutur gider.
Akıl iki türlüdür: Birincisi çocukların okulda elde ettikleri bilgiden oluşan akıl; bu kitaplardan, hocalardan, düşüncelerden ve tekrarlardan ibaret olan bilgilerdir. Kavramlardan, bilimlerden ve yeni elde edilen bilgilerden oluşan akıllar da vardır. Böylece aklın başkalarına göre gelişir, ama yine de sana yük olur. Bilgi aramak için yakınlara, uzaklara gidilebilir ve elde edilen bilgiler hafızaya yerleştirebilir; ama bu bilgilerden geçen kişi kendisi levh-i mahfuz olur. İkinci akıl ise; Allah’ın vergisidir, onun kaynağı ruhtur. (M 4 / 1960)
Sonuç olarak Mevlana, beden ve ruhun birbirinden ayrıldığı gibi; ilmi de ikiye ayırır: Beynin ürünü olan bir damlacık maddi ilim ve ruha ait olan okyanus gibi manevi ilim.