“Ey gönül! Oruçlu iken Allah’a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
Sen, bu mübarek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın!
Topraktan, ateşten, sudan, rüzgârdan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!
Can, aşkın kapısına geldi de; “Beni affet; sen, özürlerin canısın!” diye yalvardı!
“Ey aşk!” diye sızlandı. “Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!”
Aşk da, gülerek cana dedi ki: “Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!
Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!
Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!”
Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!
***
Ramazan ayında gereği gibi oruç tutarsan, senin vücut toprağını altın ederler. Senin fani varlığını taş gibi ezerler de göğe sürme yaparlar. İftar vaktinde yediğin yemek lokmasının her biri, birer mânâ incisi olur. Ramazan’da yemekte, içmekte, kötü söz söylemekte, kötü iş işlemekte sabırlı olduğun için, bu sabır, senin manevî görüşünü artırır, gönlünün gözünü açar.” (Hz. Mevlâna, Divân-ı Kebir)
***
Sadece Mevlevîliğe has bir durum değildir, tasavvufî eğitimin yeme-içmeyle başladığı.
Tasavvufî talim ve terbiyede boğazına sahip olamayan nefsine sahip olamamış demektir; nefsine sahip olamayan da insan-ı kâmil olma yolundaki ilk sınavını kaybetmiş demektir. Bütün diğer sınavlar yeme-içme kontrolünün ardından gelir. Bütün riyâzî hareketlerde en çetin mevzular nefsi kontrol bahsindedir ve bu bahsin en karmaşık ve zorlu sınavı da yeme-içme faslında verilir.
Dervişliğe ilk adım “Matbah” kısmında başlar, bu imtihanı başaramayanları ayakkabıları de ters çevrilir vaziyette nazikçe kapının çıkışı gösterilmiş olur.
Ramazan-ı Şerif’in oruç kanatları arasında “Başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem azabından kurtuluş” olarak bilinen manevi bir iklimde yol alıyoruz.
“Peygamber Sofrası” ile “Firavun Sofrası” arasındaki farkı Mevlâna hazretlerinin yeme-içme adabıyla anlatmaya başlarsak bu sayfa ve köşe kifayetsiz gelir. Mesnevî dikkatlice okunduğu vakit Hz. Pîr’in, yeme-içme bahsine genişçe yer ayırdığı görülecektir.
***
Hz. Mevlânâ hizmetçisine sorup “evde mutfakta ne var” dediği zaman eğer hizmetçi “hiç bir şey yoktur” diye cevap verirse çok memnun olup: “Allah’a şükürler olsun, bugün bizim ev peygamber ve sahabe evine benzemiş” der imiş. Eğer hizmetçi “bugün evde her şey var, hiç bir şeye ihtiyacımız yok” diye cevap verirse mahzun ve mükedder olup: “Bugün bizim evimizden Firavun ve Hâmân evlerinin kokuları geliyor diyerek huzursuz olurlarmış.”
***
Bu bahsi bu şekilde geçtikten sonra bu Ramazan’da, Hyundaı’nın Türkiye Sorumlusu başkan Mong Hyun Yoon’un Ramazan ve Oruçla ilgili mektubunda yer alan sözlerinden yola çıkarak Ramazan-ı Şerif ayına ve oruca karşı gösterdiği saygısı beni son derece sevindirdi. Oruç tutan çalışanlarıyla gurur duyan Güney Koreli Mong Hyun Yoon, Türkiye’deki çalışan işçilere Ramazan çeki yanında kendisi de oruç tutmak suretiyle manevi destekte bulunuyor; oruçlunun halinden ancak oruç tutan anlar, diyerek.
AZİZİM DİYOR Kİ…
“Çalışan arkadaşlarımızın oruç tutmalarını görmem sayesinde, Kur’an-ı Kerim’in öğretisi olan yoksul ve ihtiyaç sahibi kimseleri anlamayı ben se oruç tutarak öğrenmiş oldum” diyen Hyun Yoon’un mektubunu okumanızı isterim.