TARİHE YOLCULUK (150)
İslâm Düşünce Atlası’nda “Mevlânâ”yı münekkidci bir bakış tarzıyla ele alan İlahiyatçı M. Nedim Tan, “Otoriteye muhalif bir çizgi izlemeyen Mevlânâ’nın bu tutumu modern dönemde bazen Moğol sempatizanlığı ya da ajanlığı şeklinde problematize edilmiş ve Anadolu’nun dinî kimliğinin oluşumu açısından sorunlu sayılmıştır” diyor.
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. M. Nedim Tan, İslâm Düşünce Atlası’nda, Türk-İslâm mutasavvıf ve mütefekkirlerinden Mevlânâ Celâleddin Muhammed’i “Mevlânâ” başlığı altında ve “Mevleviyye tarikatının kurucusu olan ve Mesnevî isimli eseriyle tanına sûfî” alt başlığıyla iki sayfada anlatmış.
Anlatının ilk giriş kısmı şu sözlerle başlıyor:
“6 Rebîülevvel 604’te (30 Eylül 1207) Horasan’ın Belh şehrinde doğan Muhammed b. Muhammed, Celâleddin lakabıyla tanınmış, “Efendimiz” anlamındaki “Mevlânâ” unvanı onun makamını belirtmek amacıyla kullanılmış, büyüklüğü dile getirmek için “sultan” anlamına gelen Farsça “hudâvendigâr” kelimesi de kendisine atfen yaygınlaşmıştır. Ayrıca doğduğu yer dolayısıyla “Belhî”, hayatını geçirdiği Anadolu’ya atfen “Rûmî”, bir dönem müderrislik yapmış olması sebebiyle “Mollâ-yı Rûm” gibi ifadeler de Mevlânâ hakkında yaygın olarak kullanılmıştır. Eserlerinde aktardığı bilgiler hayatının safhaları hakkında genel bir fikir vermekle birlikte Mevlânâ ve çevresine ilişkin en temel kaynaklar Sultan Veled’in eserleri ve Ahmed Eflâkî’nin Menâkıbu’l-ârifîn’idir. Ancak Eflâkî’nin eseri, menâkıbnâme türünün bir örneği olması sebebiyle kronolojik açıdan yer yer çelişkili ve abartılı unsurlar barındırmakta, bu durum eseri dikkatle değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.”
Genç ilahiyatçı Nedim Tan, “Mevlânâ” konusu anlatımına şu sözlerle devam ediyor: “Mevlânâ 5 Cemâziyelâhir 672(17 Aralık 1273) tarihinde vefat etmiştir. Öldüğü günü kavuşma vakti olarak tanımlaması sebebiyle bugüne “şeb-i arûs” denilmiş ve Mevlânâ’nın ölüm yıldönümü bu adla anılmıştır. Büyük bir kalabalığın katıldığı cenâze merasimi Mevlânâ’nın bütün dinî zümreler tarafından saygı gören ya da iyi ilişkiler geliştirilen bir figür olduğunu göstermektedir. Cenâze namazının kılınmasına ilişkin olarak Sadreddin Konevî isminin öne çıkması da Mevlânâ’nın bu yönüyle ilgilidir. Farklı toplum kesimleri ve yönetici sınıflar, çatışmacı bir çizgi sürdürmeyip daha çok uyumu gözeten Mevlânâ’yı saygıyla izlemiş ve onun tercihlerini dikkate almıştır. Yer yer siyasi hesaplaşmaların içinde kalsa ve Şems’e dönük olumsuz tavırlar dolayısıyla entrikalar içine düşse de Mevlânâ’nın otoriteye muhalif bir çizgi izlemediği anlaşılmaktadır. Onun bu tutumu modern dönemde bazen Moğol sempatizanlığı ya da ajanlığı şeklinde problematize edilmiş ve Anadolu’nun dinî kimliğinin oluşumu açısından sorunlu sayılmıştır. Ancak bu türlü komplocu aşırı yorumların Mevlânâ’nın eserlerine yansıyan tasavvufî düşünceyi de dinen problemli saydığı görülmekte, dolayısıyla dinî dışlayıcılığa bağlı olarak bu türlü siyasî kurgulara saplanıldığı anlaşılmaktadır.”
Yaşadığımız 21.yüzyılı “modern dönem” olarak algılayan ilahiyatçı Tan’ın münekkid’ci bakış açısını yansıtan şu sözleri epey tartışılacağa benzer: “Otoriteye muhalif bir çizgi izlemeyen Mevlânâ’nın bu tutumu modern dönemde bazen Moğol sempatizanlığı ya da ajanlığı şeklinde problematize edilmiş ve Anadolu’nun dinî kimliğinin oluşumu açısından sorunlu sayılmıştır. Ancak bu türlü komplocu aşırı yorumların Mevlânâ’nın eserlerine yansıyan tasavvufî düşünceyi de dinen problemli saydığı görülmekte, dolayısıyla dinî dışlayıcılığa bağlı olarak bu türlü siyasî kurgulara saplanıldığı anlaşılmaktadır.”
Mevlânâ’ya şaşı bakış böyle olsa gerek…
İlâhiyat okulları “âlim” yetiştirmediği ‘münekkid’ci yetiştiği için İslâm mutasavvıf ve mütefekkirleri arasında bilgin ve âlim sıfatlarıyla mümeyyiz etmiş bir şahsiyet olan Hazret-i Mevlânâ’ya, Tan’ın “münekkid”ci bir bakış açısıyla bakması da gayet normal görülmeli.
Ben, Mevlânâ’ya bu tür bakış ya da yaklaşım tarzını İslâm Düşünce Atlası’nda dile getirilmesini son derece düşündürücü bulmamdan dolayı konunun etraflıca tartışılmasını, tasavvuf ekolünden gelen erbabına bırakıyorum.
Son sözümüz şu olsun: “Her sözün doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil... Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok.”
YARIN: Hazret-i Mevlânâ’yı “figür” yapanlar kimler?..