Onda ne fakir ne zengin ne çocuk ne yaşlı ne genç ayırımı yoktu. Millet, memleket ayrımı yapmazdı. Irklar ve renkler onu ilgilendirmezdi. O, alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamberin nurlu yolundan rahmet incileri saçardı. Öyle yaşadı ve o rahmet incilerini saça saça bu dünyadan ayrıldı.
Kur’an ve Peygamberimiz hakkında ne mi diyordu;
“Canım bedenimde oldukça, Kur’an’ın kuluyum. Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden başka bir söz naklederse, ben o nakledenlerden de bezmişim, o sözlerden de...”
Hoşgörüsü engindi, ufku zengindi. Gönüllere bakar, gönülleri okurdu. Gözlere dalar, o gözlerde temizliği, Allah nurunu yakalardı.
Yanmaya hazır mumları, kandilleri ateşler, Aşkla yoğururdu.
Onda sevgiden ve aşktan başka kim ne ararsa, nafile arardı, bulamazdı!
Rebap ve ney, yüzyıllardır bir aşk notası çalıyor bu şehirde. O aşk notası olmasaydı, mistik müzik diye bir şeyde olmazdı. Rebap ve ney aşk güftesini, en içli besteyle sunarak, yaktılar gönülleri, yakmaktan öte tutuşturdular! Semâ’ya kalktı semazenlerin bedenleri, kendilerine bahşedilen makamlara doğru, Rabbin aşkına doğru uçar gibi gittiler…gittiler…gittiler…
Hz. Mevlâna bu aşk yolculuğunun kılavuzu. Gönül yolcularının, yolculuklarına Konya’da başlaması tesadüf olabilir mi? Ya da tesadüfle bir alakası?
Konya, ilahi emirlerin, gönül erlerini buluşturduğu bir otağdır.
Velilerin vuslat merkezi…
Mana merkezidir Konya...
İnanın, seçilmiş bir şehirdir Konya. Seçimi yapan, seçimi yaptıran, gönülleri imar etmeye, gönülleri tamir etmeye, gönülleri tahkim etmeye, nice gönül erini seferber etmiş.
Onun içindir ki, Enbiyalar ve Evliyalar şehridir Konya!
*****
Konya dünyaya hoşgörü mesajını yüzyıllardır Mevlâna ile vermeye devam ediyor
Gel çağrısı öyle bir çağrı ki, dünyadaki bütün iletişim ağlarından çok daha güçlü!
Ne olursan ol gel demenin anlamı öyle derin ki…
Öyle baş döndürücü ki...
Öyle insani ki…
Öyle insanca ki…
Öyle samimi ki…
Öyle anlaşılır ki…
Öyle hoş ki…
O çağrıya uyan milyonlar koşup geliyor bu şehre…
Hem de dünyanın her köşesinden, her kıtasından….
Hz. Mevlâna hikâye ve masalların çok ötesinde bir gönül adamı.
Onu tanımadan… Onu anlamadan… Onu ruhunuzda hissetmeden…
Hiç kimseye anlatamazsınız!
Anlatırsanız da mahcup olursunuz, zor duruma düşersiniz.
Mevlâna sözünü hiç sakınmayan biriydi. Şeyh olmuş, Vezir olmuş fark etmezdi.
Kim neyi hak etmişse onu çekinmeden söyler geçerdi!
Vezir Muineddin Pervane’de nasibini alırdı bu sözlerden!
Sultan II. İzzeddin Keykavus da!
Ağlayarak ayrıldılar onun huzurundan her biri!
*****
Mevlâna’nın Konya’da olan türbesi, vefat tarihi olan 1273 yılından bu yana ziyaretçilerin ziyaretgâhı oldu. Konya Mevlâna demek, Mevlâna Konya demek ifadesinin anlamı dünden bugüne ve yarına aşkın kapısı olan Konya’dan yayılıp gidiyor…
Mevlâna ile çağdaş olan hadis ilminin zirvesi Şeyh Sadreddin Konevi, Selçuklunun efsanevi Sultanı Alaaddin Keykubad, haçlı seferlerinin hızını Anadolu’da kesen I. Kılıçarslan, Sultan Mesud ve II. Kılıçarslan Alaeddin tepesindeki türbelerinde yatıyorlar.
Konya, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın fethettiği bir şehir aynı zamanda...Tarihi ve manevi şahsiyetlerin bir resmi geçidi var bu şehirde...Her biri Konya’nın bu güzel iklimine ayrı bir renk ve hava katıyorlar.
Tek eksiğimiz dil noktasındaki yaklaşımımız! Bırakalım da dünya bizim bu değerlerimizi bizim dilimizle öğrensin, bizim yazdığımız gibi yazsın, bizim okuduğumuz gibi okusun!
Lakin bırakmıyoruz, kendimizce yaptığımız garip bir işgüzarlık var! bu işgüzarlığın bir adı var mı? Bulabilene aşk olsun!
Kılıçaslan’a, Kiliçaslan diyorlar, öyle değil böyle diyemiyoruz! Selçuk yerine, Seljuk diyorlar, çıtımız çıkmıyor. Hatta biz öyle yazmaktan imtina etmiyoruz! Mevlâna yerine, Mawlana Jalal Al-Dın Al –Rumi diyorlar, Mevlâna bizim yazdığımız gibi yazılır deme cesaretimiz yok!
Sadrettin Konevi yerine Sadraddın Qunewi denmesine de ses çıkardığımız yok! Neden yok? Bilen yok! Ne yani Türkçe, İngilizceden daha geri bir dil mi? Nesi eksik? Nesini beğenmedik güzel Türkçemizin?
Adamlar, minare dememek için Minaret diyor, çünkü dillerinde onu karşılayacak kelimeleri yok!
Ama biz şirin gözükmek için neler yapmıyoruz neler! Hora mı geçiyor? Boyumuz bir karış daha mı yükseliyor? Bunu anladıklarını falan mı sanıyorsunuz?
Bencil dünyanın bizi biz gibi, anlamalarını ve kabul etmelerini istemek bizim en doğal hakkımız. Onlardan kültür olarak da, medeniyet olarak da fazlamız var, eksiğimiz yok! Bunu anladığımız gün, Mawlana diye yazmaktan bizde, onlarda vazgeçip Mevlâna diye yazıp ve okuyacaklarına emin olun!
*****
“Konya Veliler Şehridir. Burada her doğan Veli doğar” diyen Mevlâna’ya saygımızı göstermenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Bunları bir uyarı olarak değil. Gönüller Sultanının aziz hatırasına göstereceğimiz bir saygı ve şükrane olarak belirtmek istiyorum. Çünkü Konya’ya ve Konyalıya yakışan budur.
Mevlâna halkın içindeydi hep, sarayı yoktu, konağı yoktu, köşkü yoktu. Çünkü dünya malında gözü yoktu, hiç olmadı.
Selçuklu sarayında, Vezirlerin ve Emirlerin konaklarında köşklerinde onu gören olmadı.
Hamam natırları, ressamlar, berberler, dülger ve marangozlar, dokumacılar, debbağlar, pamukçular, terziler, kasaplar, hasılı işçi ve sanatkârlar, Müslüman ve Hristiyan halk Mevlâna’nın sevenleri ve sohbet halkasının içinde bulunanlardı.
Konya’da kuvvetli bir Ahi teşkilatı vardı. Bu teşkilata tabii olan bütün meslek kuruluşları Mevlâna etrafında saf tutmuşlardı.
*****
Gelelim Hz. Mevlâna’nın yüzyıllar ötesinden bize bıraktığı anlaşılmak üzerine olan satırlara…
Çünkü bu satırların içinde, anlayanlar için öyle şeyler var ki, anlayışlarımızı, onu anlatmalarımızı sil baştan değiştirecek her şey bu satırlarda apaçık ortada…
Hz. Mevlâna diyor ki;
“Üzgünlere ve mesud olanlara yoldaş oldum…
Herkes benim bir arkadaşım olduğunu sandı!
Lâkin, hiç kimse içimde biriken sırları araştırmadı!
Oysa benim sırrım, şu inleyişlerin çok uzaklarında değildir.
Lâkin nerede o sırlara erecek nuru gören göz ve işiten kulak!”