Mevlânâ Celâlüddîn Rûmî, Ehl-i sünnet evliyâsının büyüklerindendir. Nitekim Nefehât adlı eserde, "Beş yaşında iken kirâmen kâtibîn meleklerini, Evliyânın ruhlarını ve sokakta dolaşan cinnîleri görürdü." ifâdesi yer almaktadır.
Önce Konya çevresinde, sonra başka şehirlerde (İstanbul, Edirne, Gelibolu, Bursa, Manisa, Afyonkarahisar, Tokat, Antalya, Maraş ve Kilis), hatta Ortadoğu (Halep), Afraka (Kahire) ve Rumeli'nde (Saraybosna) teşkîlatlanan Mevlevîlik, bilhassa Osmanlı sultanlarının bu ağırbaşlı ve yüksek kültürlü tarîkate gösterdikleri ihtiram dolayısıyla imparatorluk zamanında dünyanın geniş bir alanına yayılmıştır. 16. yüzyılın başlarından itibaren, mevlevîliğin köyden kasabaya, kasabadan şehirlere çekilmeye başlamasıyla, mevlevîhaneler daha çok beyler, paşalar ve vezirler tarafından tesis edilmişlerdir. Nitekim Eskişehir Mevlevîhanesi'nin faaliyette bulunduğu mekanda, Osmanlı Devleti vezirlerinden Çoban Mustafa tarafından yaptırılmıştır.
Bütün Mevlevî dergahlarında İslâmiyetin emir ve yasakları esas alınmıştır. Ancak İstanbul Süleymâniye Kütüphânesi'ndeki bir muteber eserde, "Avrupalılar, Mevlevîliği haram ve helal kanunları olmayan bir felsefî sistem hâline getirmeye çalışmaktadırlar." İfâdesini okudum ve çok üzüldüm. Ne yazık ki, günümüzde Mevlânâ ve Mevlevîlik uzmanı geçinen tarih, dil, din, tasavvuf ve edebiyat bilgisi zayıf bazı pâyeli ve pâyesiz câhil kişiler de, maalesef Mevlânâ Hazretlerini yanlış tanıtmakta ve Mevlevîliği tahrip etmeye çalışmaktadırlar. Gerek yaşantıları, gerekse bozuk fikirleriyle Mevlevîliğe zarar vermeye kalkışan bu art niyetli kişilere itibar edilmemelidir.